Philipp Plein

Lüksü Yeniden Tanımlıyor

Philipp Plein, De Rigo ile yaptığı işbirliği sonucunda tasarımı, detayları ve yüksek kalitesi ile mücevherleri andıran lüks gözlükler sunarak dikkatleri çekiyor.

Alman moda tasarımcısı Philipp Plein tarafından kurulan lüks marka kendine özgü, yüksek kalitedeki ve eşsiz ürünleriyle dünya çapında büyük beğeni toplamaya devam ediyor. Philipp Plein De Rigo ile yaptığı işbirliğiyle gözlük modasında da iddialı olduğunu küresel anlamdaki hızlı yükselişiyle kanıtladı. Markanın Kurucusu ve Kreatif Direktörü Philipp Plein ile başarılı De Rigo ortaklığı, tasarımlarındaki ilham kaynakları, gözlük koleksiyonlarının özellikleri ve markasının gelecek hedefleri hakkında yaptığımız röportajı sunuyoruz.

Markanızı henüz 20 yaşındayken kurdunuz. Bu cesur girişim için sizi en çok ne motive etti? O dönemki hayallerinizin tümünü şu günden geriye dönüp baktığınızda gerçekleştirdiniz diyebilir miyiz?
Aslında her şeye yeni başladık diyebiliriz. Markayı genişletiyoruz ve iki yıl önce De Rigo ile birlikte gözlük işine başladık. Bu ortaklık büyük bir küresel başarı oldu. De Rigo ile yaptığımız bu ortaklıktan dolayı çok heyecanlıyız, çünkü bize markamızı daha önce sunulmadığımız yeni bir optik çerçeve ve güneş gözlüğü pazarına taşıma fırsatı verdi. Tahmin edebileceğiniz gibi yeni ürün kategorileri ile birçok yeni pazarda genişlemeye başladık. Örneğin, artık bizim için yeni olan saat işimiz, otel işimiz var ve bir sonraki adım, önümüzdeki yıldan itibaren Milano’da başlayacağımız restoranı açmak olacak ve evet, daha gerçekleştirmek istediğimiz birçok hayalimiz var.

Büyük başarılara imza atmış bir tasarımcısı olarak moda endüstrisi sizin için ne anlam ifade ediyor?
Moda asla durmayan bir şeydir. Moda her zaman çok hızlı hareket ediyor ve değişiyor. Moda sürekli değişiklikler yaşıyor. Biz kendimizi modaya adapte etmek için buradayız. Toplumumuz değişiyor, müşterilerimiz değişiyor ve moda da değişiyor. Yani modanın çok akıcı ve çok hızlı olduğunu düşünüyorum.

Birçok ürün grubuna koleksiyon hazırlıyorsunuz. İlham kaynaklarınız sürekli değişkenlik gösteriyor mu? Sizi tasarıma en çok ne teşvik ediyor?
Ben her zaman her yerden ilham alıyorum. Sadece ilhamın size gelmesini sağlamaya hazır olmanız gerekiyor. Pek çok insan ilham alabilmek için yabancı yerlere seyahat etmeleri gerektiğini düşünüyor ama bu doğru değil. İlham almaya hazır olduğunuzda ilham alırsınız ve her şeyden ilham alabilirsiniz. Bu güzel bir akşam yemeği ya da bir öğün olabilir, sadece sokakta yürümek de olabilir. Her yerde ilham bulabilirsiniz. İlham her yerdedir.

Diğer ürünlerinizle kıyasladığınızda gözlük tasarımı farklı niteliklere sahip olmayı gerektiriyor mu?
Evet, bu işte başarılı olmak istiyorsanız, öncelikle markanızı bir gözlüğe nasıl dönüştüreceğinizi öğrenmelisiniz. Gözlük tasarımı size çok fazla alan tanımaz. Eğer bir elbise ya da tişört tasarlarsanız, keşfetmek ve üzerine baskılarınızı ya da desenlerinizi koymak için çok fazla alanınız olur. Ama gözlüğe geldiğimizde özel bir üründen bahsediyoruz. Çok tanımlı ve çok hassas olmanız gerekiyor. Tabii ki tasarımın işlevi takip etmesi gerekiyor ve bu çok önemli. Giyilebilir bir ürün tasarlamak zorundayız. Çünkü çılgın bir elbise giyebilirsiniz ama bir şeyi doğrudan yüzünüze taktığınızda konfora, işlevselliğe sahip olmalı ve tasarlarken yüzde olacağı gerçeğini de asla unutmamalısınız. İnsanlar yüzleri söz konusu olduğunda çok titizdir. Bu yüzden gözlük tasarlamak gerçekten zor bir iş ama bence biz bunu çok iyi başardık. Çünkü piyasadaki diğer ürünlerin çoğundan kesinlikle farklı olan bir ürünümüz var, bu yüzden de öne çıkıyor.

Philipp Plein markasına ait bir gözlüğü, diğer gözlüklerden ayıran en temel özellikler nelerdir?
Farkı anlamak için sadece detaylara bakmanız dahi yeterli olacaktır. Örneğin logo her yerde küçük alanlarda yer alabiliyor. Şakağın iç kısımlarına bile küçük logolar yerleştirdiğimizi görebilirsiniz. Her şey ayrıntıda gizlidir ve bir Philipp Plein gözlüğü bir mücevher parçası gibidir. Hatta artık sadece bir gözlük değil, bir mücevher parçasıdır diyebiliriz. Bir Philipp Plein gözlüğün her detayına baktığınızda farklı özelliklerini bulabilirsiniz. Bu gerçekten özel bir şey ve tabii ki gözlüklerin kalitesi de olağanüstü. Çünkü ortağımız De Rigo ile birlikte, yani en iyinin en iyisiyle çalışıyoruz. Dünyanın en iyi tedarikçilerinden ve üreticilerinden biriyle ortağız.

Gözlük endüstrisine De Rigo ile yaptığınız işbirliği ile giriş yaptınız. De Rigo’yu seçmenizin nedenlerinden bahsedebilir misiniz?
De Rigo pazardaki dört büyük oyuncudan biridir. De Rigo, uzun yıllardan beri yaptıkları işte çok geleneksel ve başarılı olan bir aile şirketidir ve bu tamamen yaklaşımlarıyla ve ayrıca olağanüstü gözlükler tasarlamak için çok gerekli olan kalite ve kalite anlayışına sahip olmalarıyla ilgilidir. Çünkü güzel ürünler bulabilirsiniz ama kalite aynı değildir. Bu yüzden tüm bu özelliklere sahip bir firmaya gitmeye karar verdik ve De Rigo bunu kesinlikle yerine getiriyor. Biz tasarımı sunabiliriz ama sonra onu uygulamak için doğru insanlara sahip olmanız gerekir. De Rigo ile sahip olduğumuz şey bu. Şu anda kalite ve tasarım açısından bir Philipp Plein gözlüğünden daha iyi ve daha yüksek bir şey bulmak zor. De Rigo da vizyonumuzu anladı ve her şeye ek olarak fiyat konumlandırmasını en iyi şekilde uyguladı.

Yakın zamanda De Rigo ile Plein Sport markanıza ait gözlükler için de küresel bir lisans anlaşması imzaladınız. Plein Sport koleksiyonunu ne zaman piyasada görebileceğiz? Nasıl bir koleksiyon olacak?
Plein Sport çok ilginç bir proje, çünkü Philipp Plein Eyewear’dan tamamen farklı. Çok daha ticari bir yaklaşıma sahip ve çok daha geniş bir dağıtıma odaklanacak. Tasarım açısından daha demokratik. Spor bir marka ve konumlandırma açısından Oakley’e daha yakın olabilir. Koleksiyon bu yılın sonunda, gelecek yılın başında piyasaya çıkacak. Yani 2024’ün ilk çeyreğinde Plein Sport gözlük koleksiyonunu piyasaya süreceğiz ve bu bizim için çok heyecan verici. Çünkü Plein Sport markalaşma, logolar gibi özellikler açısından tamamen farklı bir proje, markanın Dna’sı kesinlikle farklı. Teknik olarak hafif çerçevelerimiz, spor çerçevelerimiz, koşmak için çerçevelerimiz, bisiklete binmek için çerçevelerimiz ve tabii ki günlük kullanım için çerçevelerimiz var. Ancak hepsine baktığımızda, işlevin en üstte olduğunu söylemeliyim.

Kasım 2023

Markus T

25. Yılını Kutluyor

Almanya’nın en önde gelen gözlük markalarından biri olan Markus T, yirmi beşinci yıldönümünü 100 Seasons ismini verdiği çarpıcı bir reklam kampanyası ile kutluyor.

Alman gözlük markası Markus T, gözlük ve teknik üstünlüğe sahip tasarım için olağanüstü bir tutkuyla hareket ediyor. ‘Titanyumun Ustası’ olarak bilinen bağımsız marka, kendi merkezinde geliştirdiği yeni teknolojilerle bu alandaki statükoyu sürekli olarak zorluyor. Yenilikçi marka, kazandığı kırktan fazla tasarım ödülünü bu sürekli ilerleme ve modernizasyon arayışına borçludur. Markanın Kurucusu ve Kreatif Direktörü Markus Temming, 1999 yılında titanyum çerçevelerinden oluşan ilk koleksiyonunu piyasaya sürdü. Titanyuma ek olarak, tasarımcı özel bir poliamid olan tescilli materyali TMi’yi kullanmaktadır. Birkaç yıl süren araştırma ve geliştirme çalışmalarının ardından TMi, gözlük üretiminde kullanılan plastik malzemeler arasında en hafif ama en güçlü poliamidlerden biri haline geldi. Titanyum ve TMi malzeme kombinasyonuna sahip Markus T çerçeveleri 3.7 gram ile mutlak hafifliktedir. Markus Temming, markasının yaratıcı vizyonu ve ürün geliştirme üzerinde tam kontrol sahibi olmaya devam ediyor. Boyama süreçleri veya patentli ve vidasız konektörler gibi ileriye dönük teknolojiler geliştirmenin yanı sıra, sürdürülebilir üretim ve mümkün olan en küçük ekolojik ayak izi, kendisinin ve ekibinin en temel misyonudur. Bu yıl yirmi beşinci yıldönümünü hem görsel hem de tasarım açısından çarpıcı olan 100 Seasons (100 Mevsim) isimli kampanya ile kutlayan Markus T’nin Kurucusu Markus Temming ile yapılan röportajı sunuyoruz.

Merhaba Markus. Öncelikle büyük bir ilgi gören 100 Seasons kampanyanız için sizi kutluyorum. Yirmi beşinci yıl dönümüzü bu kampanyayla kutlama nedeniniz nedir?
Tüm sektörlerde yirmi beşinci yıldönümünü gümüş yılı temsil ediyor olabilir ancak sadece gümüş yıl diyerek geçmek Markus T olarak bizim değerlerimizle çok fazla uyuşmuyordu. Bu sebeple yirmi beş yılda yirmi beş kez geçirdiğimiz ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış mevsimlerinden ilham alarak yüz mevsime gönderme yapan 100 Seasons kampanyamızı beğenilere sunduk.

Kampanyanızın temel mesajı nedir ve bu mesajı kampanyanızda nasıl aktarıyorsunuz?
Kampanyamız 100 Seasons ile doğum günümüzü sadece tek bir günde değil, tüm 2023 yılı boyunca kutlamak en büyük isteğimizdi. Bu yirmi beş yıldır devam eden yolculukta çalışanlarımızın bizim için ne kadar değerli olduğu mesajını vermek amacıyla hareket ettik. Bu sebeple 100 Seasons kampanyasının çekimlerini kendi fabrikamızda bizimle uzun yıllardır beraber olan çalışanlarımızı model olarak kullanarak gerçekleştirdik. Neredeyse rötuş yapılmayan fotoğraflardan sekiz yüzü arasından en özgünleri seçtik. Kampanya görüntülerimiz yıl boyunca web sitemizde, sosyal medyada, ticari fuar stantlarımızda, PoS materyallerinde siyah-beyaz portreler olarak yer almaya devam edecek.

Dilerseniz şirketinizin yirmi beş yıllık tarihine hızla bir göz atalım. Sizce en büyük dönüm noktalarınız nelerdir?
Geçen zaman içerisinde gerçekten de birçok büyük dönüm noktasına ulaştığımızı söyleyebilirim. Öncellikle Markus T’in tarihindeki en önemli olaylardan biri tartışmasız 1998 yılında, bugün hala portföyümüzde bulunan bir koleksiyon olan Design Classic’in geliştirilmesiyle ‘doğması’ oldu. Koleksiyonlarımız, müşteri tabanımız, patentlerimiz, tasarım ödüllerimiz ve çalışan sayımız daha fazla alana ihtiyaç duyduğumuz noktaya kadar istikrarlı bir şekilde büyüdü. Bu da 2016’yı bir başka önemli dönüm noktası haline getiren Gütersloh-Isselhorst’taki cam fabrikasına taşındığımız zamana denk geliyor. Çok inişli çıkışlı ve duygu yüklü bir proje olan bu taşınma çoğu zaman yapılabilir olanın sınırlarını zorluyordu. Geriye dönüp baktığımızda çok heyecan verici bir dönemdi ve sonuçta gurur duyduğumuz bir şey ortaya çıktı.

Sizce hangi materyaller ve teknolojiler Markus T’yi daha iyi temsil ediyor?
Markus T olarak en yüksek kalitedeki titanyum ile kendi tescilli hafif plastiğimiz TMi’ye son derece güveniyoruz. Hammaddeden şekillendirme sürecine ve renklendirmeye kadar her iki malzemede de uzmanlığımızı kanıtladık. Tam istediğimiz gibi çalışana kadar üretim sürecindeki her adımı mükemmelleştiriyoruz. Örneğin 2014 yılında patentli titanyum renklendirme işlemi MSC’yi bu şekilde geliştirdik. Bu, yıllar sonra bizim ve müşterilerimiz için hala şaşırtıcı olan son derece karmaşık bir süreçtir. MSC, metalin üzerini koruyucu bir oksit katmanla kaplama işlemidir diyebiliriz.

Tasarımlarınızla da sektörde dikkat çekici bir etki yaratıyorsunuz. Peki bunu nasıl başarıyorsunuz?
Evet, bu doğru. İnsanların gözlüklerimizi görür görmez yani çerçeve üzerinde markayı gösteren bir etiket olmasa bile tanıyabilmelerini istiyoruz. Bu temel hedefe odaklanarak kendimize özgü oluşturduğumuz tasarım dilini kullanmaya özen gösteriyoruz. Açıkçası çerçevelerimiz kendi kendilerini kullanıcılara çok ideal bir şekilde gösteriyor. Ne mutlu ki çevremizden ve katıldığımız fuarlardan Markus T kullanıcılarının çoğu zaman birbirlerini tanıdıklarını duyuyoruz. Ayrıca dikkat çekmemizin bir sebebi olarak da teknolojiyi gizlemek yerine ön plana çıkarmak için aktif olarak çalışmamızı gösterebilirim.

Yeni 100 Seasons kampanyanız ile klasik Markus T tarzından biraz uzaklaştığınızı da görüyoruz. Markus T’de değişen şeyler nelerdir?
Yirmi beşinci yılımızda bilinçli olarak Markus T için tipik olanın dışında tasarımlar denemek istiyoruz. Örneğin, sosyal medya kampanyasının bir parçası olarak fuarlarda çekilişle sunduğumuz yıldönümü koleksiyonumuzu ele alalım. Daha önce de bahsettiğim gibi yıldönümü sloganımız için dört mevsimden ilham aldık. Koleksiyondaki yeni titanyum çerçeveleri özenle lazerle kesilmiş olarak görüyorsunuz. Koleksiyonda örneğin ilkbahar çerçevesi için çiçek detayları ekledik. Bu tür yaratıcı denemeleri yıl boyunca sürdüreceğiz ve önceden planlamadığımız spontane fikirlere de yer vereceğiz.

O halde marka kimliğinizi temelden yenilemiyorsunuz?
Hayır, yaptığımız ve yapacağımız bu yaratıcı denemelere yönelik yenilikçi yaklaşımımız kim olduğumuza sırtımızı döndüğümüz anlamına gelmiyor. Markus T’de her zaman yeni fikirlere vardır. Üstelik bu yıl bilerek ‘eğerler ve amalar’ kullanmamak amacıyla daha cesur ve daha deneysel olmayı seçtik. Yirmi beş yıllık deneyimimizle marka kimliğimizi değiştirmeden yeniliklere odaklanıyor oluşumuzun doğal olduğuna inanıyoruz. ‘Fazlalıkları azaltarak mükemmelliğe ulaşmak’ hala yol gösterici ilkelerimizin ilkini temsil ediyor. Biz Markus T olarak bir markanın yön değiştirirken bile Dna’sına uygun hareket etmesi gerektiğinin bilincindeyiz. Dna’mızın genleri üç temel özellikten oluşuyor: Sade. Güzel. Akıllı.

Markus T’nin halihazırdaki durumundan ve nereye doğru gittiğinden bahsedebilir misiniz?
Öncelikle her zaman değiştiğimizi bunun da Dna’mızın bir parçası olduğunu yeniden vurgulamak isteriz. Bu değişim her trendi körü körüne takip ettiğimiz anlamına gelmiyor. Aksine, optisyenlerin ihtiyaçlarına yanıt verdiğimiz anlamına geliyor. Bu tür bir esneklik ancak burada Almanya’daki Gütersloh-Isselhorst’ta kendi üretimimizi kendimiz yaptığımız için mümkün. Sonuç olarak, ürünlerimizin kalitesi üzerinde doğrudan kontrolümüz var.

Büyük beğeni kazanan Dot Mono koleksiyonunuzdaki favori modelleriniz ve bu modellerin özellikleri nelerdir?
Popüler Dot Mono koleksiyonumuzu gerçekten özel kılan şey, benzersiz menteşe teknolojisidir. Koleksiyondan öne çıkan üç modelimizden söz etmek isterim. Bu modeller Dot Mono koleksiyonunun bir parçası olmalarına rağmen aynı zamanda bir bakıma tek başlarına gibi de duruyorlar. Ön kısımların iki boyutlu tasarımının, sade profilleri içinde çok havalı olduğunu durduğunu düşünüyorum. O kadar havalı ki kendimde kullanıyorum. Pembe altın 24 karat PVD kaplamanın tonu tasarımı gerçekten öne çıkarıyor ve çerçevelere bir tür özel ve şık altın ışıltısı veriyor. Bu altın ışıltısı izlenimi şimdiden özlemeye başladığımız sıcak günlerden esinleniyor. Saten titanyum yüzeyin ince pembe altın rengi, normalde teknik olan Dot çerçevesine daha yumuşak bir karakter kazandırıyor ve yaz mevsimini çağrıştırıyor.

Bu yıl bizi başka hangi sürprizler bekliyor?
Doğrusunu isterseniz bu yıl kendinizi neyle şaşırtacaksınız diye de sorabilirsiniz. Çünkü bahsettiğim gibi bu yıl katı planlamalarımıza dayanmadığı için çok özel ve yenilikçi fikirlerimiz bize yol gösterecek. Spontane, yaratıcı ve esnek bir şekilde hareket ediyoruz. Güçlü yönlerimizin ne olduğunun bilinciyle yeni tasarımlarla kendimizden emin ve rahat bir şekilde ilerliyoruz. Bu sebeple bizler de sizin kadar heyecanlıyız.

Kaynak: Favrspecs

Ekim 2023

Face á Face

İfade Gücü

Tutkuyla hazırlanmış serileriyle tanınan Fransız designer markası Face á Face, tüm kodları yıkan ve ifade gücüne işlevsellikten daha büyük bir değer veren Memphis tarzından ilham alıyor.

Bağımsız gözlük markaları her zaman özel hikayeleriyle ilham verir. Çünkü genellikle şirketler biraz daha küçüktür ve kurucuları hala aktif olarak yönetim kurulundadır. Fransız markası Face á Face için de durum böyledir. Kurucuları Pascal Jaulent ve Nadine Roth, 90’lı yıllarda önceden tanımlanmış bir kalıbı takip etmek zorunda olmayan modern ve yaratıcı bir şirket kurmak istediler. Ürün yelpazesine bakıldığında hemen anlaşılan bu özel konumlandırma tesadüf değildir. Nitekim, Fransız designer markanın arkasındaki yaratıcı beyin olan tasarımcı Pascal Jaulent’in kendine özgü bir yaşam anlayışı var. Bunun sonucunda ise ortaya çıkan hayata dair özel bakış açıları, marka üzerinde güçlü bir etkiye sahip. Pascal Jaulent her zaman sosyal konulara veya etnolojiye büyük ilgi duymuş ve aslında bir şehir planlamacısı olmak istemiş. Bu sayede tasarımlarını, mimari ve sanat temaları ile birleştirerek hazırlıyor. Face á Face kendisini şık, Fransız ve renkli bir üst düzey marka olarak tanımlıyor. Face á Face’in çerçevelerinin kendi tasarım stüdyosunda geliştirilmesi de tam da bu sebeple rastlantısal değil. Tasarımlar, hacimleri, şekilleri, malzemeleri ve dokuları sürekli olarak yeniden yorumlayan küçük, ince mimari parçaları andırıyorlar. Face á Face’i tanımlayan tasarım dili bir kez anlaşıldığında Fransız şirketinin gözlükleri kolayca ayırt edilebilir hale geliyor. Zaten büyük bir designer markayı gerçek anlamda tanımlayan da büyük boy süslü logolar yerine kendisine özgü tasarım dili değil midir? Face á Face, uzun zamandır tutkuyla ve özenle tasarlanmış koleksiyonlarıyla tanınan birinci sınıf bir Fransız designer markası olarak, yeni koleksiyonlarında kendisine özgü bu tutumunu sergileyerek adeta somut bir motto’ya dönüşüyor. Renklerin ve heykelsi şekillerin birlikteliği ve birbirlerine bağlılığı Memphis tarzında yapılıyor. Parisli tasarımcılar, zamanın minimalizmini ters yüz eden 80’lerin radikal sanat akımından ilham alıyor. Face á Face Tasarım Laboratuvarı’ndan Marianne Dèzes ile Memphis tarzının markanın modelleri üzerinde nasıl bir etkisi olduğu hakkında yapılan röportajı sunuyoruz.

Merhaba Marianne, Memphis tarzına olan sevginiz nereden geliyor?
İtalyan erkek arkadaşımın babası, eskiden Memphis başyapıtlarıyla dolu muazzam bir İtalyan villasında yaşıyordu. Paris’teki Beaubourg Müzesi’nde “Memphis” sergisini gördüğümüzde Memphis’in köklerini ve büyüleyici “güzel-çirkin” atmosferini yeniden keşfettik.

Bu sanat akımının temel ayırt edici özellikleri nelerdir?
Minimalizm ve modern estetiğe takıntılı zamanın tasarım anlayışına karşı maksimalist bir duruştur Memphis. Pop Art akımının renk paleti, Art Deco’nun geometrik figürleri ve 1950’lerin kitsch olgusunun alışılmadık estetikleri bu harekete ilham vermiştir. Memphis, o zamanların rasyonel-minimalist diktatörlüğüne tepki olarak bir desen şoku yaratır diyebiliriz. Uyumsuzudur, tüm kodları yıkar ve ifade gücüne işlevsellikten çok daha büyük bir değer verir.

Memphis tarzı, “biçim işlevi takip eder” ya da “az çoktur” anlayışına karşı bir tasarımdır. Zaten tasarım yöneliminizle her zaman bu tarza çok yakın değil miydiniz?
Öyle denebilir, ancak tüm tasarımcılar gibi bizim de bazı “beğeniye yönelik kurallarımız” vardı, örneğin güçlü desenleri birbirleriyle karıştırmamak gibi. Ancak Memphis tarzı bizi kendi kurallarımızı yıkmak için yeni yollar denemeye itti.

Memphis hareketinin kurucusu Ettore Sottsass bir keresinde “tasarım, rasyonel süreçlerin bittiği ve sihrin başladığı yerde başlar” demişti. Bu tutum gözlük tasarımınız için de geçerli mi?
Tasarımlarımızı doğrulamanın bir yolu olarak bu duyguyu çok arıyoruz. Bir şeyi ilk görüşte beğendiğinizde ve nedenini açıklayamadığınızda, güçlü bir estetik duyguyla karşı karşıya olduğunuzdan emin olabilirsiniz ki, bu çok heyecan verici bir andır.

Yeni koleksiyonlarda hangi renk paletlerini bulacağız?
Yeni mor ve yeşil kombinasyonları, canlı renklerle siyah ve beyaz desenler, 80’ler ve 70’lerin renklerinin bir karışımı ve cesur büyük kontrastlar üzerinde çalışmaktan keyif aldık. Beğeneceğinizi umuyoruz.

Yeni koleksiyonlarda belirli bir malzemeye odaklandınız mı?
Pek değil. Daha çok bir şeyleri yeniden bir araya getirme, yeni kontrastları keşfetme ve aynı zamanda füme asetatlarla ördek yeşili, derin mor gölgelendirme ve yanık turuncular gibi yeni tonlar üzerinde çalıştık. Aslına bakarsınız 70’lerin renklerini yaydığımızı söyleyebiliriz.

Yeni koleksiyonlarınızla irrasyonel ve alışılmamış olana hitap ediyorsunuz. Sizin için özel olan tasarımlarınız hangileridir?
Calder modelinde gözlerin etrafında dolaşan titanyum hacimli bir spiral var. Bu konsept büyük bir özgürlük hissi veriyor ve çerçeve tek bir hareketle yapılmış gibi görünüyor. Ancak arkasındaki büyük teknik gelişme fark edilmiyor. Bu sebeple Calder benim için özel. Ayrıca İtalyanca’da “Oyun” anlamına gelen Gioco isimli model Memphis’in temel şekil ve renklerinin eğlenceli ruhunu çağrıştırdığından favorilerim arasında yer alıyor. Novva isimli güneş gözlüğü de heykeller, kontrastlar ve zengin şeffaflıklarla sofistike ve cesur bir görünüme sahip.

Memphis’in tasarımlarınız üzerindeki etkisini nasıl özetlersiniz?
Memphis’in “Temel oyunlar” teması bize kesinlikle ilham verdi. “Naif Çocukluk” ile “Uzman Bilgisi” arasında bir şeyler arıyorduk ve bu noktada aradığımızı Memphis tarzında bulduk.

Kaynak: Favrspecs

Eylül 2023

William Morris London

İngiliz Mirası

İngiliz kimliğini özenle taşıyan William Morris London, geçtiğimiz yıl Design Eyewear Group’un bünyesine katılmasının ardından her zamankinden daha güçlü olarak optik dünyasını kucaklıyor.

Design Eyewear Group’un 2022 Sonbaharında William Morris London’ı portföyüne eklemesinden bu yana İngiliz marka ilk kez İngiltere’de 100% Optical fuarında Design Eyewear Group (DEG) çatısı altında sergilendi. William Morris London’un felsefesi ve marka özellikleri yirmi yedi yıl önce lanse edildiği zamanki kadar güçlü. Hala dinleyen, adapte olan ve standartları belirleyen bir marka. Optik dünyasında sık sık ödül kazanan ve ödüllere aday gösterilen William Morris London, sürekli gelişen özgün tasarımlarını her koleksiyonuna verdiği titiz emek ve Dna’sına işleyen İngiliz gururuyla beğenilere sunmaya devam ediyor. DEG Ceo’su Lars Flyholm ve William Morris London Kurucusu Robert Morris ile marka yelpazesini ileriye dönük olarak nasıl geliştirecekleri hakkında yapılan röportajı sunuyoruz.

DEG portföyü açısından William Morris London neyi temsil ediyor? İngiliz markayı farklı kılan özellikler nelerdir?
Lars Flyvholm: Design Eyewear Group son yıllarda pazarda tasarım mirasımıza dayanan bir konum inşa ediyordu ve bu yeni birleşmeye kadar daha çok Danimarka mirasımıza ve Prodesign, Face a Face ve Woow gibi Fransız tasarımına odaklanıyordu. Bu nedenle diğer markaları almamıza ve daha da geliştirmemize olanak tanıyan bir temelimiz ve yapımız vardı. Bu olası satın alma arayışında farklı bir şey eklemek istedik. Bünyemize ekleyebileceğimiz başka bir tasarım hikayesi ve mirası olan bir yol bulmak istedik. İngiltere ilham verici bir tasarım mirasına sahip ve portföyümüze gerçek, otantik İngiliz tasarımını ekleme fikri bizi cezbetti. William Morris London, tasarım etiketlerine odaklanan bir şirket olma yolculuğumuza katkıda bulunmak açısından bizim için mükemmel bir eşleşme. William Morris London şirketinin içine ve Robert ile ekibinin kurduğu yapıya baktığınızda, uzun yıllar boyunca inşa edilmiş çok güçlü ve net bir kimliğe sahip olduğunu görüyorsunuz. Ürün açısından ve portföyümüz açısından baktığımızda, özellikle tasarım ve fiyat noktası olarak bizim için önemli bir boşluğu doldurdu. Design Eyewear Group bünyesinde halihazırda hepsi farklı hedeflere ve fiyat noktalarına sahip dokuz markamız var. Robert, doğrudan satış açısından İngiltere pazarında çok güçlü bir varlık oluşturdu. Bu da organizasyonumuz ve dünya çapındaki ayak izimizle örtüşüyor. ABD’de güçlü bir varlığımız var ve William Morris London koleksiyonları ile bu pazara girmek için orada büyük bir fırsat olduğunu düşünüyoruz. Aynı şey diğer ihracat pazarları için de geçerli.

Bu birleşmenin DEG’e sağladığı avantajlardan bahsedebilir misiniz?
Lars Flyvholm: Avantajları özetlemek gerekirse, bu birleşmede gerçekten mantıklı olan dört temel unsur vardı. Çok güçlü bir kimliğe sahip bir marka olan William Morris London aracılığıyla İngiliz tasarım mirasını bünyemize kattık. Ayrıca doğru fiyat ve hedef noktası ile portföyümüze uygun bir ürün ekledik. Son olarak, Design Eyewear Group’un halihazırda çok güçlü bir varlık gösterdiği pazarlarda gerçek bir büyüme fırsatı tespit ettik.

Koleksiyon portföyünü olduğu gibi korumayı planlıyor musunuz?
Lars Flyvholm: Evet, ana William Morris London koleksiyonunu ve lüks William Morris serisi olan Black Label’ı sunacağız. Bunların yanı sıra, William Morris Gallery ile ortaklaşa oluşturulan Gallery koleksiyonu da var. Bunlar güçlü İngiliz kimliğine sahip üç temel koleksiyon. Bir de ikinci bir marka olarak gördüğümüz genç, modaya uygun ve taze bir konumlandırmaya sahip Charles Stone New York var. Robert ve İngiltere’deki ürün ekibi ve Danimarkalı ekibimizle birlikte çalışarak burada büyüme ve genişleme fırsatlarının nerede olduğuna bakıyoruz. Yakın gelecekte Gallery koleksiyonunu genişletme planlarımız var, tabii ki henüz hazırlanma aşamasında olan bir güneş gözlüğü serisiyle birlikte. Gallery koleksiyonu için bu ay içerisinde özel bir mini lansmanın yanı sıra, Ocak 2024’te koleksiyon için ek bir lansman yapacağız.

William Morris London, DEG ile birleşimden bu yana ilk kez İngiltere’de 100% Optical fuarında lanse edildi. İngiltere’deki müşterilerinizin bu birleşmeyle ilgili size yansıyan düşüncelerinden bahsedebilir misiniz?
Robert Morris: Evet, İngiltere’deki gözlükçüler ilk kez iki şirketi yan yana görme fırsatı buldular ki bence bu gerçekten muazzam bir deneyimdi. 100% Optical’da gerçekten ilginç sohbetler gerçekleştirdik. William Morris London’ı satın alan ve Face a Face veya Prodesign ile çalışmayan çok sayıda bağımsız gözlükçü var. Bu nedenle Design Eyewear Group’un bu durumu mağazalarına nasıl kanalize edebileceğini duymak isteyen çok sayıda gözlükçü ile görüştük. Ayrıca Design Eyewear Group’un, William Morris’in artık daha geniş bir ölçekte sunabileceği bağımsız optisyenlere yardımcı olmak ve onları desteklemek için nasıl bir dizi konsept oluşturduğunu öğrenmek de müşterilerimiz için önemliydi. Design Eyewear Group’un gözlükçüler için ideal bir ortak olduğunu düşünüyorum.

Lars Flyvholm: Gözlükçülere mağazalarının bir bölümünü markalarımıza ayırmaları için yollar sunduğumuz bazı programlarımız var. Bunu markalarımızın bir karışımı ile yapabiliyoruz. Bu pano programında bire bir değişim yapmalarını sağlayan bir mali teşvik var. Örneğin üç markamızdan altmış çerçeveniz varsa sizi yılda dört kez ziyaret eden bir temsilciniz olacak ve satmayanları değiştirebilecek ve panoyu optimize edebilecekler. Bu esneklik ve elbette finansal teşvik 2020’den beri Design Eyewear Group’ta sahip olduğumuz bir şey ve insanlar bunu gerçekten önemli buluyor. Ayrıca gözlükçülere yeni markalar deneme şansı vermiş oluyoruz. Tabii ki William Morris ve Charles Stone markaları da artık bu programa dahil. Ayrıca Elçi programı diye adlandırdığımız bir sadakat programı da sunuyoruz. Bu program, daha fazla satın alırsanız veya daha fazla marka ile çalışırsanız avantajlarınızı artırıyor. Şunu da eklemek isterim ki, altyapımız göz önüne alındığında Brexit’ten bu yana hiçbir sorun yaşamadığımız için şanslıyız. Bizim için her şey çok iyi gidiyor. Tüm markalar için lojistiğimiz Danimarka’dan yürütülüyor.

William Moris London’un marka geçmişinden ve geldiği noktadan bahsedebilir misiniz?
Robert Morris: 1996 yılında William Morris Eyewear adında bir dağıtım şirketi olarak başladık. Daha sonra sıfırdan kendi markamızı oluşturmaya karar verdik ve William Morris London böyle doğdu. Daha sonra, lüks ürünlere yönelik daha fazla talep olduğunu gördük ve böylece daha premium bir fiyat noktasıyla William Morris Black Label’ı kurduk. Geleneksel olarak müşterilerimizin yaklaşık yüzde sekseninin hem William Morris London hem de Charles Stone New York aldığını söyleyebilirim. Yüzde doksanı ise artık William Morris London ürünleri yanı sıra Black Label ürünleri de alıyor.

William Morris London için İngiliz kimliği çok önemli ve bu kimliği özenle koruduğunuzu görüyoruz.  Kimliğinizi nasıl oluşturdunuz?
Robert Morris: Bence ürün elbette önemlidir ancak William Morris için daha önemli olan, çerçevenin etrafındaki her şey, koleksiyonun içinde büyüdüğü tüm “İngiliz dünyası” ve özenle tasarlanmış satış noktası gibi eklentilerdir. Özellikle fuarlarda, insanların tasarımcıyla tanışması, örneğin standın görsel temelini oluşturan Londra otobüsünü tanıması marka bilincinin yerleşmesi açısından önemli olmaktadır. Bu nedenle tüm paketi canlı tutmak ve ileriye taşımak gerçekten önemlidir.

Lars Flyvholm: Amerika’da kendi ekibimiz olduğu için muhteşem İngiliz gözlükleri hakkındaki hikayenin ABD’de büyük bir başarı elde edeceğini biliyoruz. Bu konumlandırma son derece heyecan verici. Markanın bu kadar güçlü olması ve Robert’ın bunun bir elçisi olması hoşumuza gidiyor. Elbette markanın kendi başına da ayakta durabilmesini sağlamamız gerektiğinin farkındayız ve bu dengeyi bulmalıyız. Bence bu da tasarımdan, renklerle ve Union Jack gibi İngiliz detaylarıyla her zaman ayırt edici olan kampanyaların gücünden geliyor. William Morris London’ın burada gerçekten bir gücü var ve Britanya tüm dünyada inanılmaz bir tanınırlığa sahip olduğu için markanın Britanya mirasının bu yönünü korumaya ve tüm dünyaya göstermeye devam edeceğiz.

DEG ve William Morris London birleşmesi hakkındaki düşüncelerinizden ve geleceğe yönelik hedeflerinizden söz edebilir misiniz?
Robert Morris: William Morris London’un kendi başına ayakta durması gerekiyordu ve bunu hali hazırda yapabildiğini görüyorum. İngiltere’de ve dünya çapında bir marka olarak kendini kanıtladı. Elbette, Design Eyewear Group ile belki de benim götüremeyeceğim bir konuma ulaşmasını umuyorum. Sahip olduğumuz sinerji sayesinde bunun er ya da geç gerçekleşeceğine inanıyorum.

Lars Flyvholm: Elbette bu birleşmenin hem Design Eyewear Group’a hem William Morris London’a çok iyi geldiğini ve birlikte büyük başarılara imza atacağımızı düşünüyoruz.  ABD’nin yanı sıra Avrupa’da özellikle Fransa ve Almanya gibi pazarlarda da büyümeyi hedefliyoruz.

Kaynak: 20/20 Europe

Ağustos 2023

Sashee Schuster

ŞEFFAF ATÖLYE

Kurucusu ve Tasarımcısı ile aynı adı taşıyan bağımsız Alman gözlük markası Sashee Schuster, yeni kampanyasını 1968 kuşağına ithaf ediyor.

Kusursuz ve özel bir yüzeye sahip gözlük tasarımı söz konusu olduğunda, Alman markası Sashee Schuster dikkatleri üzerine çekiyor. Kendisiyle aynı adı taşıyan gözlük tasarımcısı tarafından kurulan bağımsız marka, gerçek doğal malzemelerle enjekte edilmiş el yapımı asetat çerçeveler üretiyor. Tanınabilir bir görünüme sahip muhteşem çerçevelerin anahtarı, Sashee Schuster’in öncülüğünü yaptığı bir laminasyon tekniğinde yatıyor. Bu teknik, vintage ihtişamından ilham alan bir biçim diliyle vurgulanan çerçevelere doğa unsurlarının dahil edilmesine olanak tanıyor. Merkezi Bavyera’nın Kinsau kasabasında bulunan Sashee Schuster, bağımsız markalardan oluşan Funkeyewear kolektifinin bir parçasıdır. Sashee Schuster ile markasına ait bilinmeyenler ve yeni İlkbahar/Yaz kampanyası hakkında yapılan röportajı sunuyoruz.

Merhaba Sashee, gözlük dünyasına girişiniz nasıl oldu? Kendi gözlüklerinizi tasarlamaya nasıl başladınız?
Gözlük tasarımcısı ve şuanki eşim Dieter Funk ile bir ‘kör randevu’ aracılığıyla tanıştıktan sonra gözlüklerle olan yolculuğum başlamış oldu. O tanışmadan bu yana Dieter ile gözlükler için tam bir takım olduk. Bu dünyaya girişim ile birlikte babamın anısına ilk gözlük koleksiyonum olan ‘Daddycated’ı çıkardım. Babam 1925’te doğdu ve birçok yönden zamanının çok ötesinde olduğunu sık sık hissederdim. Ne yazık ki onu oldukça erken yaşta kaybettim. Geçmişi düşündüğümde, ikimizi ormanda mantar ararken görüyorum. Isar nehri kıyısında kumdan kaleler yaptığımızı, Bibisee gölünde yıkandığımızı ve kendi yöresinin geleneksel meyveli keklerini yediğimizi hatırlıyorum. Yani bir sürü harika baba-kız anlarına sahibiz. Bu anları ilk koleksiyonumda ilham kaynağı olarak kullandım.

O halde babanızın stil anlayışınıza önemli katkıları olduğunu söyleyebiliriz…
Görsel bir bakış açısıyla, ailemin 1930’lardan 1950’lere kadar olan eski fotoğrafları bugün hala beni heyecanlandırıyor. Şık kıyafetleri ve gözlüklerin şekillerini baz aldığımızda tek kelimeyle stil sahibi olduklarını söyleyebilirim. Bu vintage fotoğraflardan yola çıkarak kendi tasarım eskizlerimi oluşturmaya başladım. Bunun da ötesinde, klasik çerçeve malzemesi pamuk asetat ve onun fantastik özellikleri beni büyüledi. Denemeye olan sevgimden ve doğal malzemeleri harika renklerini sonsuza kadar koruyarak bütünleştirme fikrinden yola çıkarak ‘Colours of Nature’ koleksiyonunu hazırladım.

Eşiniz Dieter ile Funkeyewear koleksiyonlarını geliştirmede birlikte çalıştığınızı biliyoruz. Biraz da Bavyera kırsalındaki üretim atölyenizden bahsedebilir misiniz?
Doksanlardaki ve 2000’lerin başındaki asi yıllarımız boyunca Münih’in kalbinde birlikte yaşadık. Ancak 2000 yılında, kendi üretim tesisimizle gözlük tasarımına tavizsiz bir şekilde köklü bir dönüş yapma arzusu duyduk. Böylece küçük bir kasaba olan Kinsau’daki yeni merkezimize taşınmak daha iyisini gerçekleştirebilmek adına bizim için büyük bir değişiklik oldu. Sonunda tüm gözlüklerimizi hazırlamak ve yaratıcı fikirlerimizi oluşturabilmek için yeterli alana sahip olduk. Ayrıca atölyemizde en iyi gözlük üreticileri ve teknisyenleriyle çalışıyoruz.

Ayrıca merkezinizde halka açık bir ‘şeffaf atölye’ işletiyorsunuz. Üretime tanıklık etmek için uğrayan çok sayıda optisyen var mı?
Kesinlikle. Üstelik sadece şeffaf atölyemiz değil, Berlin Mitte’deki Funk Optik Mağazası da kendi gözlüklerini üretiyor. Burada, Kinsau’da, rehber eşliğinde organize edilen turlar eşliğinde üretim sürecinin gerçekten ne kadar ayrıntılı olduğunu öğrenen çok sayıda insan var.

Kendinize ait üretim atölyesine sahip olmanın başlıca avantajları nelerdir?
Öncelikle yeni tasarımları oldukça hızlı bir şekilde test etme olanağı demeliyim. Ayrıca dış üreticilerden tam bağımsızlık durumu da bizim için büyük bir avantaj sağlıyor. Çünkü sonuçlandırma ve sevkiyatta öncelik vermek istediğimiz model türleri üzerinde tam kontrole sahibiz.

Özellikle kadın kullanıcılara yönelik kendi adınızı taşıyan markanız Sashee Schuster’i geliştirdiniz. Markayı ne zaman ve nasıl kurdunuz?
Sashee Schuster markası neredeyse on beş yıldır koleksiyonlarını sunuyorve. Eşim Dieter’in verdiği motivasyon ve destek sayesinde kendime ait bir marka geliştirme ihtiyacı duymam, Sashee Schuster’in kuruluşunun ardındaki itici güçtür. Markamı kurduğumda çok şanslıydım. Çünkü yanımda güçlü bir ekibin bilgi birikimi ve güvencesi vardı.

Kendi tasarımlarınızı Dieter Funk gözlüklerinden ayıran özellikler nelerdir?
Tasarımların netliği ve sadeliği diyebilirim. Bu aslında Dieter ile ortak bir noktamız. Ama yine de benim koleksiyonum oldukça feminen iken Dieter’inki oldukça maskülen. Bu yüzden iyi bir uyum sergilediğimizi söyleyebilirim.

İkiniz de kendi markalarınız üzerinde bağımsız olarak mı çalışıyorsunuz yoksa her iki marka için de el ele gerçekleşen bir tür marka inşası var mı?
Her marka kendi fotoğraf çekimlerini, lookbook’larını ve kampanyalarını hazırlıyor. Doğal olarak, markalarımızın dış sunumunda bazı örtüşmeler var. Ancak bu kasıtlı olmaktan çok tesadüfi bir durum. Ayrıca her iki markamızın da aynı imalatta üretilmiş olması olumsuz bir şey değil. Ama yine de sorunuza cevap vermek gerekirse, her koleksiyon kendi başına ayakta duruyor.

En çok hangi malzemelerle çalışmaktan hoşlanıyorsunuz ve neden?
Eğer dürüst olmak gerekirse, asetat en iyi dostumuz. Ama işin içine titanyum da girince daha da mutlu oluyoruz. Asetat muhteşem bir hammadde. Cila makinesinde birkaç aşamalı cila ve son bir manuel cila ile elde edilen tüm yüzey hissi çok güzel. Asetat ayrıca gözlük çerçevelerinde muazzam bir uzun ömürlülük sunuyor. Bunun nedeni, cilalama ile yüzeydeki her çiziği hemen giderebilmenizdir. Bu sayede bir şeyleri yamalayabilir, onarabilir, yeniden işleyebilir ve nihai ürünü yükseltebilirsiniz. Gerçekten de bunları yapmaya olanak tanıyan başka bir malzeme bilmiyorum.

Merkezinizde gizli bir vintage asetat arşiviniz olduğu doğru mu?
Evet, Dieter 1980’lerden 2000’lere uzanan bir retrospektifle sekiz tondan fazla ağırlığa sahip geniş vintage asetat kaynağına oldukça düşkün. Bu kaynaktan düzenli olarak küçük parti koleksiyonlar oluşturmaya devam ediyoruz.

Koleksiyonlarınızda tipik imza stiliniz olarak tanımlanabilecek tasarımlar var mı?
Ortak bir payda olarak, belki de şakaklardaki gereksiz hilelerden kaçınmamızı söyleyebilirim. Sapları basit ve anatomik olarak dengeli, en önemlisi de mükemmel giyilebilirlik hedefine yönelik olarak seviyoruz. Bu da gösterişli logolara ihtiyacınız olmadığı anlamına geliyor. Kendi koleksiyonumda, muhtemelen asetattan özel laminasyon ve finisaj tekniğimi kullanıyorum. Bu sayede ortaya türünün tek örneği olan gözlükler çıkıyor.

Sashee Schuster’in yeni kampanyası tamamen 1968 kuşağı hakkında. İlhamınızı nereden aldınız?
Ablam Renate 1968 kuşağından bir kadındı. Evcilleştirilemez, vahşi, özgür, kışkırtıcı… Büyüleyici bir kuşaktı. Bana Afganistan’dan, oradaki kadınların üniversite kampüslerinde mini etekleriyle özgürce ve rahatsız edilmeden hareket edebildiklerinden bahsetti. Birçok guru ve özgür düşünürle tanıştığı Hindistan’ı. Doğru, kırklı ve ellili yıllarda doğan 1968 kuşağından bahsediyoruz. O zamanın hippi kuşağı şimdi 70-80 yaşlarında. Torunlarının muhtemelen şehirde evleri ve hayat sigortaları var. Bazı durumlarda eminim asla yaşamayı düşünmedikleri tipik – o zamanlar çok havasız olduğu için reddedilen – yaşam tarzlarını benimsediler. 68’lilerden bir şeyler öğrenebiliriz. İlk mega etkinlik olan Woodstock’u sezgisel ve konseptsiz bir şekilde, ama cesaret ve büyük bir müzik tutkusuyla onlar başlattı. Sık sık kafa yapıları ile eleştirilseler de savaş yerine sevginin ne anlama geldiğini, muhafazakar iplerin nasıl koparılacağını ve dünyayı renkli gözlerle nasıl görebileceğimizi örneklediler. Ondan sonraki tüm diğer nesilleri etkilediler. Büyükannelerinize farklı gözlerle bakın. Onlar ateşli, bağımsız, meydan okuyan, hayalleri olan ve saçlarında çiçekler olan kadınlardı. Ruhen ve kalben hala öyleler. Bu sebeple yeni koleksiyonumun kampanyasında “Hippi büyükannelerinizi kucaklayın, onların ruhunu kucaklayın, ileriye taşıyın ve saklayın” demek istedim.

Kampanyanız eğer 68 kuşağının kadınları hala bu kadar vahşi, özgür ve kışkırtıcı olsalardı bugün nasıl görünürler sorusunu yanıtlıyor diyebilir miyiz?
Bu soru, o kuşağı temsil ettiğine inandığım yapay zeka ile diyalog halinde görüntüler üretmek için bana ilham kaynağı oldu. Böylece onlara gerçek hayattaki nesiller boyunca kullanıcının güzelliğini vurgulayan gözlük modellerini taktım. Yılların deneyimiyle rafine edilen asetatla laminasyon tekniği, Funk’ın gözlük üretiminde en güzel sanat eserlerini yaratmayı mümkün kılıyor. Çiçekler, tohumlar, tüyler, ipek ve çok daha fazlası ile benzersiz parçalar oluşturduk ve gözlük imalathanesinde biriken kesikler atılmıyor, küpe veya kolye haline getiriliyor. Hammaddeden bitmiş gözlüğe, hepsi tek bir atölyeden sunuluyor.

Kaynak: Favrspecs

Temmuz 2023

Modo

New York merkezli gözlük markası Modo, halihazırdaki Air, Bold ve Sun koleksiyonlarını 2023 İlkbahar/Yaz sezonuna özel hazırladığı yeni modellerle genişletiyor.

Modo, 1990 yılından bu yana minimalist, trendlere uygun tasarımlar hazırlayan New York merkezli bir gözlük markasıdır. Marka, uzun ömürlülüğü de göz önünde bulundurarak dayanıklı çerçeveler oluşturmak için yenilikçi malzemeler ve yüksek teknolojili üretim teknikleri kullanıyor. Modo’nun New York, Milano ve Stockholm’de ofisleri bulunmaktadır ve 50’den fazla ülkede dağıtımı yapılmaktadır. Marka aynı zamanda sürdürülebilirlik ve sosyal eşitliğe adanmıştır, çeşitli hayır kurumlarını desteklemekte ve eko-bilinçli üretim uygulamaları kullanmaktadır. Ürünlerinde hiçbir zaman görünür logo kullanmayan marka, mevcut Air, Bold ve Sun koleksiyonlarını tamamlayan yeni 2023 İlkbahar/Yaz optik ve güneş gözlüklerini beğenilere sunuyor.  Modo’nun Ceo’su Giovanni Lo Faro ile markanın temel değerleri, tasarım anlayışı, kullandığı teknik özellikler ve yeni sezon modelleri hakkında yapılan röportajı beğenilerinize sunuyoruz.

Merhaba Giovanni. Her koleksiyonunuza yansıttığınız Modo’nun temel marka değerleri nelerdir?
Belki yanıtım kısa olacak ama miras, tasarım, kalite, yenilik ve hafiflik demek istiyorum.

Modo’nun marka mirası denince ne anlamalıyız?
Birkaç unsur var. Birincisi, bağımsızlık. Bulunduğumuz şehirler New York, Milano, Stockholm’dan aldığımız ilhamların eşsiz bir karışımına sahip bağımsız bir küresel şirketiz. Bu bize çoğu rakipten farklı bir bakış açısı ve genellikle yalnızca daha büyük grupların kullanabildiği bir dizi varlık ve kaynak sağlıyor. İkincisi, tarih. Gelecekle harmanlanmış bir geçmişe sahibiz. 1990 yılında kurulduk ve yenilik için çabaladığımız bir geçmiş inşa ettik. Üçüncüsü, tasarım ve kalite konusunda tavizsiz bir yaklaşım. Dördüncüsü ise işin ötesinde bir amaç duygusu. Buna örnek olarak, Bir Çerçeve Satın Al – Bir Çocuğun Görmesine Yardım Et kampanyamızdaki sözümüzü, yani Seva Vakfı ile ortaklığımız aracılığıyla ihtiyacı olan bir milyondan fazla çocuğa kapsamlı göz bakımı sağlamamızı söyleyebilirim.

İnovasyon sizin için neden önemli? Gözlük için tüm yenilikler yapılmadı mı sizce?
İnovasyon bizim Dna’mızın bir parçası. Amacımız müşterilerimize daha önce var olmayan somut bir fayda sağlayan yeni ve ilgili bir şey sunmak. Çerçevelerimizin görünümünü, hissini ve ağırlığını iyileştirmek için yeni malzemeler ve yeni tasarım teknikleri denemeye çalışıyoruz. Bu bizim hedefimiz ve başkaları için de değerli bulunuyor gibi görünüyor. Dünya çapında 80’den fazla ülkede 25.000’den fazla optisyene hizmet veriyoruz. İnce işçilikle eşleşen yenilikçi malzemelerimiz ve teknolojilerimiz, Red Dot Ürün Tasarımı Ödülü gibi ödüllerle takdir edildi. Milano’daki Tasarım Müzesi’nde yer alan tek gözlük markasıyız. Bildiğimiz gibi Milano tasarım için bir dünya başkentidir ve Ferrari, Ducati, Vespa, Boffi, Cappellini gibi en iyi tasarım markalarından bazılarının yanında yer almak bizim için bir onur.

Etkileyici bir siciliniz var. Kalite ve işçilikten de bahsettiniz. Bu konulardaki yaklaşımınızı detaylandırabilir misiniz?
Markamızı mevcut fiyat noktasında benzersiz bir kalite seviyesi sunma fikriyle kurduk. Kalitenin – fiyattan bile daha fazla – lüksün tanımının bir parçası olduğuna inanıyoruz. Bu deneyimi, bir kısmı artık ortalama kalite düzeyine sahip ana akım markaları satın alıyor olabilecek geniş bir kitleye sunmak istiyoruz. Bu senaryoda bağımsız butik markalar dünyasına atılan ilk adım olabiliriz. Ya da diğer birçok durumda, müşterilerimiz zaten bu dünyada gezinen ve mümkün olan en yüksek işçilik standartlarını korurken ürün yelpazemizi sürekli geliştirmemizden keyif alan kişiler olabilir.

SS23 koleksiyonunda yeni bir tasarım anlayışı geliştirdiniz mi?
SS23 için geçen yıl başlattığımız tasarım yönelimini güçlendiriyoruz. Bu yaklaşımın Air, Bold ve Sun ailelerimizin gücünü artırdığına inanıyoruz.

Bize Air koleksiyonunuzdan bahsedebilir misiniz?
Modo’nun Air çerçeveleri uzun zamandır dikkat çekiyor ve SS23 modelleri de farklı değil. Air çerçevelerimizle her zaman sunmaya çalıştığımız şey yeniliğin, konfor ve stil ile harmanlanmasıdır. SS23 için birden fazla yeni renkte beş yeni stil sunuyoruz. Hepsi için de daha dayanıklı ve rahat olmaları için patentli menteşe teknolojimizden yararlanarak hazırladık.

Bold koleksiyonunu farklı kılan nedir?
Bold çerçevelerimiz ilk olarak müşterilerimizin tarzlarını ve yeteneklerini ortaya koymalarına yardımcı olmak için tasarlandı. O zamandan bu yana, kategoriyi yoğun renkler, benzersiz şekiller ve ödün vermeyen yapı malzemeleri sunan yeni eklemelerle sürekli olarak güncelledik. SS23 ile yedi yeni çarpıcı stile daha sahip olduk.

Peki ya güneş gözlükleri?
Evet, Sun koleksiyonumuz. SS23 ile gözleri güneşten korurken aynı zamanda stil anlayışımızı da ortaya koyan beş çerçeve seçeneğimiz daha oldu. HCD (High Chromatic Definition), camlarımızı kalite ve teknoloji açısından pazarda öne çıkaran birinci sınıf tescilli teknolojimizdir. Bu teknoloji polarize ve anti reflektif özellikleriyle birlikte bizi çoğu rakipten farklı bir seviyeye taşıyor.

Malzemelere çok özen gösteriyorsunuz. Şu anda hangi malzemeler ile çalışmayı tercih ediyorsunuz?
Titanyum, beta titanyum, en iyi asetatlar ve kendi R 1000 reçinemiz gibi yüksek teknoloji ürünü plastikler gibi asil malzemelerle çalışıyoruz. Şu anda bizim ve müşterilerimizin en çok beğendiği malzeme R 1000. Havacılıktan seçtiğimiz inanılmaz bir malzeme, hafızalı bir plastik, çok dayanıklı, esnek ve geniş bir renk aralığına sahip, ayrıca da hafif. Bu da piyasadaki en hafif, ince veya kalın çerçeveleri üretmemizi sağlıyor. R 1000 + titanyum serimiz Red Dot Ödülü’nü, IF Ödülü’nü kazandı ve bizi Compasso D’Oro Ödülü’nün finalistleri arasına soktu.

Modo için hangi teknik özellikler tipiktir diyebiliriz?
Genellikle gözlükçüler ve uzmanlar tarafından sevilen ve çerçevelerimizi tüketiciler için özel kılan, örneğin menteşelerimiz gibi küçük teknik ayrıntılarla oynamayı seviyoruz. Gizli vidasız menteşemiz, düşen ve sizi gözlüksüz bırakan bir vida ile uğraşmak zorunda kalmamaktan başlayarak, gözlük için önemli ölçüde artırılmış stabilite, güç ve esneklik de dahil olmak üzere birçok önemli fayda sağlıyor. Kendinden yağlamalı metalik yüzeylerin kullanımı, saplar her katlandığında veya açıldığında hissedilebilecek bir fark için hareket akışkanlığı ve mümkün olan en yumuşak dönüşü sağlar. Ayrıca daha şık, daha aerodinamik bir tasarım sağlar. Ortaya çıkan görünmez menteşeler, menteşeyi tamamen gizlemek için opak renkler veya menteşenin formunu ve çalışmasını sergileyen yarı saydam renkler kullanmamıza izin vererek tamamen yeni tasarımlar hazırlama kolaylığı sunar.

Gözlüklerinizde bulunabilecek diğer özellikler nelerdir?
SS23’te geliştirmeye başladığımız büyük bir şey var, bu çok önemsediğimiz bir proje ve tamamen Paper-Thin Rimless koleksiyonumuzun kişiselleştirilmesiyle ilgili. Bu koleksiyon bizim için çok satan bir ürün haline geldi ve piyasadaki lider markalara gerçek bir alternatif oluşturuyor. Hala ifade edilmemiş bir potansiyel olduğunu düşündük. Bu nedenle şimdi müşterilerimize cam şekillerini, renk kombinasyonlarını, köprü ve sap boyutlarını seçerek kendi çerçevelerini oluşturma imkanı sunuyoruz.

Yeni SS23 kampanyanızın özünü ne oluşturuyor?
Özümüz köklerimiz! New York’ta kurulduk ve daha sonra NY, Milano ve Stockholm olmak üzere üç şehre yayıldık. Kampanyalarımızı her birinde dönüşümlü olarak çekiyoruz. SS23 kampanyası için mirasımızı geliştirmeye ve 1990 yılında kurulduğumuz yere, New York’a dönmeye karar verdik. Çünkü ev gibisi yok ve New York şehrinin çevresi ve insanları da çerçeve koleksiyonumuz kadar çeşitlidir. SoHo’nun kalbindeki bir çatıdan Brooklyn’in Industry City’sindeki zanaatkarlık esaslarına kadar çeşitli unsurlardan ilham alan SS23 kampanyası, Modo markasına canlı, yeni bir görünüm ve ruh hali getiriyor. Ancak asla değişmeyecek olan tek şey, nereye gidersek gidelim kalite, dayanıklılık ve hafiflik sunma konusundaki kararlılığımızdır.

Modo’nun gelecekte de bu doğrultuda devam edeceğini varsayabiliriz, değil mi?
Muhtemelen evet. 1990 yılında “Birey için Gözlük” konseptiyle kurulduk ve 30 yıl sonra bile bu konseptin hala taze ve geçerli olduğunu düşünüyoruz. Dünyamıza mümkün olan en iyi tasarım, kalite ve yeniliği getirme misyonumuz yol boyunca bunu nasıl sunacağımız sürekli gelişecekse de aynı kalmaya devam ediyor. Bizi gelecek konusunda heyecanlandıran bu gerçek aynı zamanda işimizi sevmemizin de nedeni de bu.

Kaynak: Favrspecs

Haziran 2023

You Mawo

YOU MAWO

Teknoloji Öncüsü

“Son teknoloji ile asla tatmin olmuyoruz. Bizi gelişmeye ve
daha da optimize olmaya iten motivasyon budur.”

You Mawo, gözlük sektöründe 3D baskının öncülerinden biri. Güney Almanya merkezli olarak 2016 yılında kurulan marka, hazırladığı koleksiyonlarıyla sadece kullanıcıları tarafından sevilmiyor, gözlükçüler tarafından da büyük saygı görüyor. ‘Made in Germany’ etiketini gururla taşıyan You Mawo’nun Kurucu Ortağı Sebastian Zenetti ile markanın kuruluşu, kullandığı teknolojiler ve üretim süreçleri hakkında yapılan röportajı beğenilerinize sunuyoruz.

Merhaba Sebastian. You Mawo’yu kurmaya nasıl karar verdiniz? Temel motivasyonunuz neydi?
Başlangıçta, halihazırda piyasada bulunan tüm iyi markalarla rekabet edecek başka bir gözlük markası çıkarmayı planlamamıştık. Arkadaş çevremde, sadece hobi olarak birçok yeni teknoloji keşfediyorduk. Seyahatlerimizde, insanların farklı kültürlerde yaşamalarından dolayı son derece çeşitlilik göstermelerine rağmen sadece kitlesel pazar ürünlerini tükettiklerini fark ettik. Bu bizim ilham kaynağımız oldu. Birkaç yıl sonra, tüketiciler ve gözlükçüler için gerçek değer yaratacak benzersiz ve sürdürülebilir bir konsept sunmak amacıyla yeni teknolojileri kullanabileceğimiz You Mawo’yu kurmaya karar verdik. Bu bizim, ekibimiz, müşterilerimiz ve ortaklarımız için inişli çıkışlı olan inanılmaz bir yolculuğun başlamasını sağladı.

Markanız tamamen 3D baskılı gözlükler üretiyor. Bunun nedeni nedir? 3D baskının en önemli faydaları nelerdir?
Sadece 3D baskı odaklı olduğumuzu söyleyemem. 3D baskı veya ekli üretim (additive manufacturing) sadece bir araçtır. Şu anda Powder Bed Fusion (Toz Yatağı Füzyonu) adı verilen bir 3D baskı teknolojisi kullanıyoruz çünkü, bunun sürdürülebilir bir şekilde hafif, dayanıklı ve özelleştirilmiş ürünler oluşturmada mevcut olan en iyi teknoloji olduğunu düşünüyoruz. Daha fazla veya farklı avantajlara sahip başka bir teknoloji ortaya çıkarsa, onu kullanacağız. Genellikle bir teknoloji şirketi olarak görülüyoruz, ancak bizim için teknoloji sadece amaca ulaşmak için bir araç. Bizim asıl odak noktamız kullanıcılarımızdır.

Ekli üretim teknolojisi tam olarak nedir ve neden tercih ediyorsunuz?
Ekli üretim çoğu çağdaş üretim teknolojisinin aksine, malzemelerin birbiri üzerine eklendiği bir üretim teknolojisi olarak anlaşılmalıdır. Bu yaklaşım kaynak ve enerji açısından çok daha verimlidir. Elbette birçok farklı türde ekli üretim teknolojisi de bulunmaktadır. Biz, az önce de belirttiğim gibi çok ince bir poliamid tozunun lazer kullanılarak eritilmesini ve ardından katmanlar halinde uygulanmasını içeren Toz Yatağı Füzyon teknolojisini kullanıyoruz. Bizim sistemimiz için yüz adet aynı gözlük mü yoksa yüz adet tamamen benzersiz gözlük mü yaptığınızın hiçbir önemi yok. Bu da talep üzerine üretime ve özel parçalar yapmaya odaklanmanızı sağlıyor. Ayrıca kalan tozun çoğunu geri dönüştürebiliyoruz, bu da geleneksel üretim süreçlerinden çok daha az atık ürettiğimiz anlamına geliyor.

3D baskılı gözlüklerin temel özellikleri nelerdir?
Geleneksel asetat gözlüklerden yüzde otuz daha hafif ve asetat üretiminin bıraktığı karbon ayak izinin sadece üçte biri ile hem daha dayanıklı hem daha çevre dostu. Bu yöntem ile gözlük yapmak sürdürülebilirlik için ideal bir yol.

Gözlük tasarımlarınız daha temel bir tasarıma sahip prototip çerçevelere dayanıyor. Bu tam olarak ne anlama geliyor?
Tasarım süreci, tahmin edeceğiniz gibi kalem ve kağıtla başlar. İki tasarımcımız temel tasarımı oluşturuyor ve bu tasarım daha sonra kendi özel yazılımımızı kullanarak parametrelendirilmiş bir 3D tasarıma dönüştürülüyor. Daha sonra bu tasarımı hedef pazarımızın taramalarına yerleştirerek deneyebiliyor ve ardından optimize edebiliyoruz. Bundan sonra, ilk birkaç modeli gerçekten bastığımız prototiplemeye başlıyoruz. Tasarımcılarımızın deneyimi ve yazılımımızı kullanarak yaptığımız optimizasyon sayesinde, bu adımdaki sonuç genellikle nihai ürüne çok yakındır. Sonunda, yazılım departmanımız bir kez daha üzerinden geçiyor ve hedef pazarımız için verilerimize dayanarak ortalama bir yüz şekli hesaplıyor ve bunu daha sonra tasarımın ince ayarını yapmak için kullanıyoruz.

Tüm bu aşamalardan sonra gözlükleriniz daha da özelleştirilebiliyor mu?
Çoğu zaman gözlükler standart formlarında zaten yüze oldukça iyi oturacaktır. Müşterinin yüz şekli ortalamanın biraz dışındaysa veya müşteri gerçekten mükemmel boyutta bir gözlük istiyorsa, gözlükçü bir iPad kullanarak müşterinin yüzünü tarayabilir. Bu sayede tasarımı müşterinin yüzüne tam olarak uyacak şekilde ayarlayabiliyoruz.

Üretimi Almanya’da sürdürmek sizin için neden önemli?
You Mawo’yu 2016 yılında Konstanz’da kurduk ve merkezimiz hala orada. Genel olarak bakıldığında Almanya’nın katı talepleri olduğunu iddia edebilirsiniz, ancak bunu gerçekten bir engel olarak görmüyoruz. Aksine, daha yüksek standartları zorlamak ve sağlam bir kalite standardı oluşturmak için bir fırsat olarak görüyoruz.

Almanya’da üretim yapmanın size rekabet avantajı sağladığını söyleyebilir miyiz?
‘Made in Germany’ uluslararası pek çok pazarda insanlar için çok şey ifade ediyor. Made in Germany etiketini taşımaktan keyif alıyoruz ve bu etiketin itibarını şekillendirmede aktif olarak rol aldığımız için gurur duyuyoruz.

İhtiyaca dayalı, yerel bir üretim konseptiniz var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Geleneksel üretim teknolojileri neredeyse her zaman seri üretim için tasarlanmıştır. Gözlüklerin üç ila on iki ay veya daha uzun bir teslim süresiyle çok sayıda üretilmesi gerekiyor. Optik sektöründe yüzde otuz aşırı üretim söz konusu; üretilen her üç gözlükten biri asla satılmıyor. Bizim için üretim döngülerimizde bireysel modellerin sayısı önemli değil. Talep üzerine üretim yapabiliyor, yeni trendlere hızla tepki verebiliyoruz. Hatta bölgesel ihtiyaçlara ve özelliklere bu sayede rahatlıkla uyum sağlayabiliyoruz. Bu da aşırı üretim riskinden kaçınmamızı sağlarken fiyatlandırma konusunda bize yardımcı oluyor.

Yerel üretim konseptinizi daha da genişletmeyi ve merkezi olmayan üretimi hedefliyorsunuz. Sebeplerini öğrenebilir miyiz?
Gözlük pazarı, merkezi üretimle moda endüstrisi gibi organize edilmiştir. Burada üretimin Almanya’da, İtalya’da ya da Çin’de olması hiç önemli değil. Ürün tek bir yerde üretiliyor veya monte ediliyor ve daha sonra merkezi bir yere gönderiliyor. Oradan da dünyanın her yerindeki gözlükçülere dağıtılıyor. Biz ise bunu değiştiriyoruz. Pazar yeterince büyük olur olmaz yerel bir üretim merkezi kuracağız ve o pazarda, o pazar için üretim yapacağız. Bu, kalite standartlarımızı garantilerken tedarik zincirlerini kısa tutmamızı sağlayacak. Bu sebeple ürün geliştirmenin yanı sıra veri egemenliğini de Almanya’da tutuyoruz. Sonuç olarak, burada sahip olduğumuz katı veri koruma kurallarını da uygulamış oluyoruz. Her şey buradan vergilendiriliyor ve izleniyor.

Halihazırda %100 karbon nötr durumdasınız. Sürdürülebilirliği daha da artırmayı düşünüyor musunuz?
Evet, elbette düşünüyoruz. Her işletme sürdürülebilirliği kendi Dna’sının derinliklerine yerleştirmeli ve bu konuda her zaman daha iyi olmanın yollarını düşünmelidir. Örneğin 2021’den beri biz de “plastik pozitif” olduk. Plastik kullanmaktan mümkün olduğunca kaçınmakla kalmıyor, aynı zamanda okyanuslardan daha fazla miktarda plastik çıkarıyoruz. Bu da bizi sadece karbon nötr değil, karbon negatif yapıyor. Temel olarak, son teknoloji ile asla tatmin olmuyoruz. Bizi gelişmeye ve daha da optimize olmaya iten motivasyon budur.

Piyasaya sunduğunuz koleksiyonlarınızın genel özelliklerinden bahsedebilir misiniz? Yeni seriniz tasarım açısından diğerleri ile ortak noktalara sahip mi
You Mawo olarak çeşitlilik gösteren kullanıcı tiplerine ve tarzlara yönelik sunduğumuz dört temel koleksiyonumuz var. Bold Koleksiyonu daha cesur ve kalın çizgileri seven karakterler için hazırlandı. Fineline Koleksiyonu ise çok yönlü bir seri. Poliamidden yapılan ön yüzler, camlar olmadan yaklaşık bir kağıt parçası ağırlığındadır; bunun için kendi patentli menteşemizi geliştirdik. Design Lab yeni ve yaratıcı fikirler için geliştirdiğimiz bir havuz gibidir ve genç nesil için Young Mawo Koleksiyonumuz var. Yeni sunduğumuz güneş gözlüğü koleksiyonumuz ise bu dört temel serinin tasarımsal izlerini taşıyor olsa da kendine özgü bir ruha sahip ve kesinlikle pazardaki iddiamızı yansıtıyor.

Yıllar içinde koleksiyonlarınızdan çıkardığınız modeller oldu mu?
Kural olarak, koleksiyonları kompakt tutmak için tasarımların aşamalı olarak kaldırılmasına izin veriyoruz. Bununla birlikte tüm verileri saklıyoruz. Bu sayede bir müşteri beş yıl sonra geri gelirse, modelini sorunsuz bir şekilde yeniden üretebiliriz. Aynı renkler konusunda ise herhangi bir garanti veremesek de bu çok kötü bir şey değil. Sadece en sevdiğiniz modeli yeni bir tonda alacağınız anlamına geliyor.

Kaynak: Favrspecs

Mayıs 2023

Matsuda

MATSUDA

Moda Sanatla Buluşuyor

Matsuda’yı gözlük dünyasına on iki yıl önce yeniden kazandıran Ceo James Kisgen ile markanın geçmişi, güncel faaliyetleri ve gelecek hedefleri hakkında yapılan röportajı sunuyoruz.

Japon tasarımcı Mitsuhiro Matsuda tarafından kurulan moda markası, 1990’lı yıllarda faaliyetlerine son verdiğinde, başta markanın takipçileri olmak üzere moda çevreleri büyük hayal kırıklığı yaşamıştı. Yıllar içerisinde değişen trendler ve değişen müşteri taleplerine rağmen Matsuda’ya duyulan özlem azalmamıştı. Özellikle markanın Japonya’da usta el işçiliği ile titizlikle üretilen optik ve güneş gözlüklerinin çoğu koleksiyonerler tarafından yüksek talep görmeye devam etti. Matsuda’nın sönmeyen bu ışığının yeniden moda severlerle buluşması ve markanın kendisi için yeni bir sayfa açması ise 2011 yılına denk geliyor. Başarılı iş insanı James Kisgen, Mitsuhiro Matsuda’nın efsanevi markasına yeni bir soluk getirerek, Matsuda’yı moda dünyasıyla 2011 yılında yeniden buluşturdu. Matsuda’nın Ceo’su James Kisgen ile markanın geçmişi, güncel faaliyetleri ve gelecek hedefleri hakkında yapılan röportajı beğenilerinize sunuyoruz.

James, bu röportajı yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler. Şu anda nerede, neler üzerinde çalışıyorsunuz?
Sizinle bu röportajı yapmak benim için zevk. Asıl ben teşekkür ederim. Ailemi büyüdüğüm yer olan Atlanta, Georgia’ya taşıdım. Kısa bir süre önce burada bir tasarım stüdyosu açtık ve yeni stüdyoda ekip oluşturmak için çalışıyorum. Geçtiğimiz yıl Los Angeles’ta ve Avrupa’da daha büyük ofislere taşınmıştık ve şimdi de büyümek için daha fazla alan sağlamak amacıyla Japonya ofisimizi daha büyük bir binaya taşıyoruz. Çok sayıda projemiz var ve her şeyin üstesinden geldiğimizden emin olmak için çok yoğun çalıyoruz. Tüm bu süreçten son derece memnunum.

Matsuda’yı yeniden lanse etmenizin üzerinden on yıldan fazla zaman geçti. Markanın Dna’sına sadık kalmayı gerçekten başardınız. Başarınızı neye bağlıyorsunuz?
Bu süreç bizim için her zaman kolay olmadı ve her zaman doğru olanı yapamadık. Ancak başarılarımızı ve başarısızlıklarımızı sahiplendik. Her zaman markayı tüm ihtişamıyla geri getirme vizyonumuza odaklandık. Bunu gerçekleştirmek için çalışan, tanıdığım en zeki ve en yaratıcı insanlardan oluşan ekibimle gurur duyuyorum. Onlar olmadan başardıklarımızın hiçbiri mümkün olmazdı.

Böylesine tarihi bir markanın geçmişi ile geleceğini uzlaştırmak zor mu?
Matsuda’nın tarihini yaşatabilmek için daima çok iyi iş çıkarmamız gerektiğinin bilincindeyiz. Bu köklü markayla ilgili en sevdiğim şeylerden biri, elli yılı aşkın tarihi boyunca Mitsuhiro Matsuda’nın vizyonuna sadık kalırken “güncel” ve “anın içinde” hissettirmesi. Sorunuza cevap vermek gerekirse, bu durum biraz zorlayıcı olsa da bizi harekete geçiren de bu zorluklardır.

Mitsuhiro ile paylaştığınız benzerliklerden biri de Fransa’ya olan sevginiz. Mitsuhiro 80’li yıllarda giyim serisine ilham bulmak için Paris’e seyahat etmiş. Siz de genç yaşta Fransa’ya hayran oldunuz. Fransa sizin için ne ifade ediyor?
İlham veren Fransa… Dünyanın en güzel, en büyüleyici ülkelerinden biri. Bence Fransız kültüründe hayata ve tarihe karşı duyulan büyük bir takdir var. Gençken Fransa’ya taşındığımda keşfedecek çok şey vardı. Fransa büyüdüğüm yerden çok farklıydı. Aynı zamanda “eski dünya” ve “yeni dünya “nın aynı anda var olduğunu görmeyi de seviyorum. Matsuda için bu vizyondan yararlanmaya çalışıyorum.

Orijinal materyalleri, Mitsuhiro’nun eskizlerini veya Matsuda’nın eski ürünlerini günümüzde nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son on yılda oluşturduğumuz; orijinal eskizler, giysiler, gözlükler, aksesuarlar ve koleksiyon albümlerinden oluşan inanılmaz bir arşivimiz var. Bunları ilham almak için sürekli kullanıyoruz. Bildiğiniz gibi, Heritage Koleksiyonumuzda arşivden çıkardığımız ve sınırlı sayıda yeniden piyasaya sürdüğümüz ürünleri beğenilere sunmuştuk.

Matsuda markasının size en çok ilham veren yönleri nelerdir?
Matsuda her zaman sanatçıları ve sanatı onurlandırmıştır. Ürün tasarımından her bir çerçeveyi üreten zanaatkarlara ve kampanyaların oluşturulma biçimine kadar sanatçılar yaptığımız işte önemli bir rol oynuyor. Sanatçıların çalışmalarını her zaman sevecek ve saygı ile onurlandıracağız.

Cartier’de satış müdürü olarak çalıştınız ve lüks segment hakkında zengin bir bilgiye sahipsiniz. Son on yılda lüks alanında tanık olduğunuz en büyük değişiklikler nelerdir?
Lüks markalar bugün başarılı hikaye anlatıcıları olmak zorunda. Halihazırda tüketicilerin ilgisini çeken şey bu. Elbette ürünün kalitesi ve tasarımı hala en önemli unsurlar, ancak artık tüketiciler markalarla bağlantı kurmak ve kendilerini onların bir parçası gibi hissetmek istiyor. Günümüzde çok sayıda harika lüks markanın olması ilham verici ama biz sadece vizyonumuza sadık kalmayı tercih ediyoruz.

Geçmişteki en büyük akımlardan biri, tasarımda giderek daha az ayrıntıya yönelmekti. Matsuda’nın bu kadar fresh hissettirmesinin nedeni çok sayıda filigran, metal işçiliği ve “eski dünya detaylarına” sahip olması…
Bence tüketiciler sürekli ortaya çıkan her yerde bulunan yeni markaların tekdüzeliğinden bıktı. Bence minimalizmi hala takdir edip saygı duyabilir ve Matsuda gibi markalara benzersiz bir kişilik kazandıran ilginç ayrıntılarla eşleştirebilirsiniz. Yine de biz vizyonumuzu trendlerin mevcut durumuna uyacak şekilde değiştirmedik. Sadece bizim kim olduğumuza ve yapmaktan keyif aldığımız şeye odaklanıyoruz.

Geçtiğimiz on yıl içinde Matsuda ile öğrendiğiniz en önemli ders neydi?
Her zaman tasarım ve gözlüğün sınırlarını daha da zorlamamızı sağlayacak yeni üretim süreçleri arıyoruz. Tüm bu yeni teknolojilerin nasıl geliştiğini ve daha erişilebilir hale geldiğini görmeyi seviyorum. Bununla birlikte, zanaatkarlar şirketimizin ayrılmaz bir parçası ve yakın zamanda da ustalarımızı makineler için terk etmeyeceğiz…

Markayı yeniden canlandırma çabanızın en önemli yönlerinden biri orijinal Matsuda ekibini bir araya getirmekti. Bugünkü durum nasıl?
Orijinal ekip üyelerinin birçoğu hala bizimle birlikte ve şirkette bu kadar çok deneyim ve geçmişe sahip çalışanlarımız olduğu için şanslı hissediyorum.

Mitsuhiro Matsuda için moda ve sanat birbirinden ayrılamazdı. Sizce bu yaklaşım bugün hala geçerli mi?
Bu bakış açısının ve eğilimin yüzde yüz devam ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü moda sanattır ve sanat ise kendini ifade etmek için mükemmel bir araçtır.

Kampanyalar Matsuda mirasının son derece güçlü bir yanıydı. Siz bu geleneği çok iyi bir şekilde sürdürdünüz. Bir marka olarak modern kalmayı nasıl başarıyorsunuz?
Biz sadece sınırları zorlamayı ve kampanyalarımızda güzel görüntüler yaratmayı seviyoruz. Kampanyalarımız hiç ticari değil. Onlara asla ticari bir bakış açısıyla yaklaşmıyoruz, daha ziyade bir sanat projesi olarak yaklaşıyoruz. Bu noktada daha çok ilgimizi çeken şeyler yaratmaya odaklanıyoruz. Bence sevdiğimiz şeylere sadık kalarak insanların bağ kurabileceği ve bir hikaye anlatmaya yardımcı olacak görüntüler ortaya koyabiliyoruz.

Matsuda’yı devralmanızın üzerinden on yıl geçti, bu süre zarfında gözlük alanında gözlemleyebildiğiniz en anlamlı trend nedir?
Açıkçası nereden başlayacağımı bilemiyorum. Sektörün sürekli değiştiğini hissediyorum. Benim için en önemli değişim, bağımsız markaların yükselişi ve bu markaların bugün ortaya koydukları inanılmaz yaratıcılık seviyesi. Son on yılda hem perakende ortakları hem de tüketiciler bağımsız markalara yeniden hayran oldu.

Mitsuhiro’nun ve markanın vizyonu hakkında uzun uzun konuştuk. Peki siz kişisel olarak bugün hayatınızda nereden ilham alıyorsunuz?
Kulağa ne kadar klişe gelse de her yerden ilham aldığımı söylemek istiyorum. Seyahat, sanat, moda ve müzik en büyük ilham kaynaklarım. Eğlenerek ve keyif alarak ilginç şeyler ortaya koymayı seviyorum.

Kaynak: Favrspecs

Nisan 2023

Gigi Studios

Gıgı Studıos

Gelenek Yeniden Keşfediliyor

Canlı, genç ve modaya uygun tasarımları ile yeteneğini gözlük dünyasına kanıtlayan Gigi Studios, gelenekler ile yenilikçi yaklaşımı harmanlıyor.

Gigi Studios, benzersiz, el yapımı gözlükler tasarlayan ve üreten küresel bağımsız bir markadır. İspanya’nın yaşam tarzı başkenti Barselona’dan gelen marka, sürekli olarak sanattan ve yeni trendlerden ilham almaktadır. Sürekli yenilik arayışı, malzemelerin vizyoner kullanımı ve gözlük tasarımında yılların deneyimi, Gigi Studios’un koleksiyonlarının belirleyici unsurlarıdır.

Gigi Studios’un tarihi bir aile hikayesidir; bu nedenle uzun bir geleneğe dayanır. Patricia Ramo’nun büyükbabası 1962 yılında Barselona’nın kalbinde yer alan Poble Sec’de ilk gözlük fabrikalarından birini kurdu. Babası Luis Ramo, otuz beş yıl boyunca aile şirketinde çalıştı. Babası gibi Patricia Ramo da bu aile mirasını bugüne kadar devam ettirdi. Patricia Ramo, köklerine uzanan tüm bilgi birikimini bir araya getirdi ve işletmelerinin kapsamlı dönüşümüne öncülük etti. Bu süreçte Luis Ramos kızının yanında oldu ve fikirlerini destekledi. Yıllar içinde, özgün ve tutarlı imajıyla Gigi Studios, gözlük evrenindeki yerini sağlamlaştırdı. Gigi Studios’un gözlük çerçeveleri, İtalyan ve Japon üretimi doğal asetat gibi asil malzemelerden üretiliyor. Malzemelerdeki pamuk içeriği rahatlık, esneklik ve dayanıklılık sağlıyor. Buna ek olarak asetat renkler, yapılar ve şekiller için sayısız olasılık sunuyor. İspanyol markaya ait bu özellikler markanın Dna’sını tamamen özgün kılmaktadır. Gigi Studios seri üretim yerine geleneğe odaklanır. Gigi Studios tasarımcılarının özgün tasarımları, nihai ürünü yapan ustalara rehberlik eden birer referans niteliği taşımaktadırlar. Ekip üretimin tüm aşamalarını denetlerken, Gigi Studios’un her bir çerçevesi yüzden fazla üretim aşaması gerektirmektedir. Markanın her bir özel alanda en iyi profesyonellerle çalışması, çerçevelerin ana amaçları olan konfor, işlevsellik ve dayanıklılığı yerine getirmesini sağlıyor. Aile şirketi şu anda kırk beşten fazla ülkede optisyenlere ve bağımsız perakendecilere hizmet veriyor.

Gigi Studios, başka hiçbir gözlük markasının sahip olmadığı canlı, genç ve modaya uygun tasarımları ile yeteneğini tüm dünyaya kanıtlamıştır. Marka, ileriye dönük güneş gözlüğü tasarımları ve şık optik çerçeve şekilleriyle sınırları zorlarken gücünü aile şirketini yöneten Patricia Ramo’dan yani optik işiyle uğraşan üçüncü nesilden alıyor. Gözlük tasarımı ve modayı birleştiren Gigi Studios’un Ceo’su Patricia Roma ile markaya ait koleksiyonlar ve gözlüklerin özellikleri hakkında yapılan röportajı beğenilerinize sunuyoruz.

Merhaba Patricia, Gigi Studios gözlük dünyasının gelecek vaat eden genç moda markalarından biri. Sektöre nasıl başladığını bir de senden duymak isteriz?
Her şey büyükbabamın 1960’larda Barselona’da bir gözlük fabrikası kurmasıyla başladı. Sonra babam Luis Ramo onun mirasını devam ettirdi. İyi yapılmış ürünlere olan tutkumu ondan miras aldım. Babamın şirketinde çalışmaya başladığımda henüz yirmi bir yaşındaydım ve kısa sürede bu dünyaya bağlandım.

Aile değerlerinizin markanıza nasıl yansıdığından bahsedebilir misin?
En başından beri amaç, sürekli gelişime bağlı küresel bir marka yaratmaktı. Yıllar içinde optik sektöründen profesyoneller Gigi Studios’a katılmak istedi. Bugün ekibimizde yaratıcı, genç ve uluslararası bir ortamda en yüksek standartlarda çalışan yüzden fazla kişi bulunuyor.

Gigi Studios’u diğer markalardan ayıran temel özelliği nedir?
Sektörün, detaylara çok önem veren ve en önemlisi modayı temel alan yeni bir tasarımcı markasına ihtiyacı olduğunu hissettim. Bu amaçla Gigi Studios’u bugünlere getirdim. İnanıyorum ki geldiğimiz noktada bu ihtiyacı fazlasıyla karşılıyoruz.

Marka adınızı Gigi Studio olarak değiştirme sebebiniz neydi?
“Gigi” ben çocukken aile üyelerim tarafından bana takılan bir isim. “Studios” ise 2019’da gerçekleştirdiğimiz yeniden markalaşma sürecimizden geliyor. Markanın adını “Gigi Studios” olarak değiştirme fikrini çok sevdik çünkü markaya sanatsal ve sanat stüdyosu karakteri kattığını hissettik. Aynı zamanda daha uluslararası bir etki bırakacağını düşündük.

Studio olma karakterinden bahsettiniz. Markanızın arkasındaki felsefeyi nasıl tanımlarsınız?
Eklektik, avangart, geleneksel ve yenilikçi. Tasarım ve yaratıcılığı zanaatkarlıkla birleştiren, merkezi Barselona’da bulunan bağımsız bir şirketiz. İnsanların benzersiz kimliğini destekleyen özgür, çoğulcu bir moda görüşüne sahibiz.

Kendinizi aynı anda hem geleneksel hem de yenilikçi olarak tanımlamak bir çelişki gibi görünüyor. Sizce hangi yönünüz ağır basıyor?
Her ikisi de! Ben her zaman gözlükle iç içe olmuş bir ailenin üçüncü nesliyim. Bu miras benim için çok önemli. Zanaatkarlık bizim özümüz ve bence modernliğimiz de burada yatıyor. Zanaatın her dönemde geçerli olacağını düşünüyorum.

Barselona gözlük için gerçek bir eritme potası gibi görünüyor. Neden bu kadar çok gözlük markası Barselona’dan çıkıyor?
Barselona onlarca yıldır tasarım açısından bir referans olmuştur. Bugün pek çok moda markasına ve sanatçıya ev sahipliği yapıyor. Aynı şeyin gözlük alanında da yaşanmasını şaşırtıcı bulmuyorum. Bu ortam benim için sürekli bir ilham kaynağı ve etrafımızda bağımsız markaların olmasından gerçekten memnunum. Ancak temel ilham dünyanın dört bir yanından ve birçok farklı disiplinden geliyor; moda ve sokak trendleri, sanatsal akımlar ve geçmiş on yıllar da dahil olmak üzere.

Gigi Studios çerçevelerinin tasarımını nasıl ifade edersin?
Tasarımımızı en çok karakterize eden şeyin benzersiz metal koleksiyonumuz olduğunu söyleyebilirim. Herkesin asetata odaklandığı bir dönemde metal üzerine çalışan ilk markalardan biriydik. Böylece piyasaya hem paslanmaz çelik hem de beta-titanyumdan oluşan modaya uygun ve özel bir koleksiyon sunduk. Bugünlerde çok iyi bir metal koleksiyonumuz var ancak asetatta gerçekleştirdiğimiz tasarımlar çok farklı bir yaklaşıma sahip. Bunun nedeni özel konstrüksiyonlarda açılar ve hacimlerle çalışma şeklimizdir.

Güneş gözlüğü koleksiyonunuz hakkında neler söylemek istersin?
Şu anda piyasadaki en ilginç güneş gözlüğü koleksiyonlarından birine sahip olduğumuza inanıyorum. Geniş bir tüketici kitlesi için arzu edilen, fresh ve modaya uygun bir koleksiyonumuz var.

Peki ya optik koleksiyon?
Güneş gözlüğü tasarımlarımızda optik stillerimize kıyasla biraz daha abartılıyız. Ancak her zaman temel kavramların tutarlılığını ve karşıtlığını koruyoruz. Ayrıca, her zaman benzersiz moda vizyonumuzu ifade etmeye çalışıyoruz.

Şu anda Vanguard, Icons, Men, XS ve Lab olmak üzere beş koleksiyonunuz bulunuyor. Bu koleksiyonlardaki karakteristik özelliklerden bahsedebilir misin?
Vanguard bizim en sembolik koleksiyonumuz. Modanın, modernliğin ve sofistikeliğin en üst ifadesi olarak tanımlıyoruz. Kadınlar için optik ve güneş tasarımlarını içeriyor. Men ise erkekler için çağdaş tasarımlar sunan koleksiyonumuz. Daha büyük boyutlarda optik ve güneş modelleri sunuyor. Icons koleksiyonu zamansız şekiller ve ikonik tasarımlarla karakterize edilebilir. Optik ve güneş tasarımları da içeren cinsiyetsiz bir koleksiyondur. Lab koleksiyonumuz teknoloji ve modadan ilham alıyor. Yeni malzemeler ve teknolojik ilerlemelerle yapılan deneylerden ortaya çıkmıştır. Tasarımların inceliği ve aşırı hafifliği koleksiyonu tanımlıyor. Bazı tasarımlar cinsiyetsiz, bazıları ise daha feminen olarak adlandırılabilir. Son olarak, XS* koleksiyonu Dna’mızı alıyor ve bunu ince yüzler için hazırlanmış tasarımlara dönüştürüyor.

Ayrıca kapsül koleksiyonlar ve özel konseptler sunmayı da seviyorsunuz. Bu konuda bizi ne gibi sürprizler bekliyor?
En son Mayıs ayında kapsül koleksiyonumuz ve Haziran ayında yeni bir tasarım konseptiyle özel bir Vanguard Koleksiyonu çıkardık. Bunun yanı sıra, birlikte yeni modeller geliştirmek için kişisel olarak sevdiğim ve saygı duyduğum markalarla ortak çalışıyoruz. Bizi takip etmeye devam edin çünkü bu alanda pek çok sürprizimiz olacak.

Kaynak: Favrspecs

Mart 2023

Minamoto

MINAMOTO

Zen & Zanaatkarlık

Japonya’nın geleneksel gözlük üretimine sıkı sıkıya bağlı Minamoto, modern dokunuşlar eklediği koleksiyonlarını Batılı kitlelere ulaştırmaya devam ediyor.

Japon markası Minamoto, üç yıl önce en kaliteli Japon işçiliğini ve zanaat geleneklerini Batılı müşterilere ulaştırmak amacıyla kuruldu. Minamoto gözlükleri sadece Japon zanaatkarlık geleneklerini takip etmekle kalmıyor, Japonya gözlük endüstrisine ait hassasiyet ve kalite tutkusunu da koleksiyonlarının tümünde gözler önüne seriliyor. Minamoto Japonya’nın Fukui Bölgesi’ndeki gözlük merkezi Sabae’de el işçiliğine eşsiz bir adanmışlıkla yolculuğunu sürdürüyor. Ülkesinin geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olan Minamoto, geleneksel yöntemlerle hazırlanan logosunu dahi usta bir kaligrafa emanet etmiş. Üretim sürecinde geleneksel yöntemlere modern dokunuşlar eklemeyi ihmal etmeyen marka, özgün gözlük koleksiyonlarını daha geniş kitlelere ulaştırmayı hedefliyor.

Minamoto’nun özgünlüğe olan bağlılığı sadece gözlük tasarımlarıyla sınırlı değil. Marka gözlük kılıflarını da Japonya’ya özgü washi denilen dekoratif bir kağıttan el yapımı olarak özenle üretiyor. Böylece Minamoto’nun orijinal gözlükleri, orijinal gözlük kılıflarıyla bir araya geldiğinde markanın Dna’sını tanımlayan özgünlük ideal bir şekilde ortaya çıkıyor. Minamoto’nun Dna’sını tanımlayan bir değer unsur ise Zen felsefesinden aldığı ilham. Japon marka, gözlük koleksiyonlarında ürünün özüne odaklanmak amacıyla kendini gereksiz detaylara karşı özgürleştiriyor. Konfor, yüksek kalite, incelik, özel detaylara gösterilen eşsiz özen ve titizlik Minamoto’nun gerçek değerleri haline geliyor. Zen ruhunu yakalayan Minamoto tasarımları sadelik ve minimalizmin izinden gidiyor ve titanyumdan üretildikleri için kullanıcılarına konfor ve rahatlık vadediyor. Ürün Müdürü Hajime Hori ile Minamoto ve felsefesi hakkında yapılan röportajı beğenilerinize sunuyoruz.

Merhaba Michael, Merhaba Hajime, Minamoto’nun yolculuğu ne zaman ve nerede başladı?
Yolculuğumuz 2019’un sonunda, AB yönetimiyle şirketimizin pazarda tanınırlığını nasıl artırabileceğimiz hakkında yaptığımız bir görüşmeyle başladı. Avrupa’da çalışırken, müşterilerimizden şirketimizin Japon olduğunun farkında olmadıklarına dair bazı yorumlar duydum. Bu nedenle, ilk üstünde durduğumuz nokta Avrupalılar için ürüne “Japonya Duygusu” katmak oldu.

Marka ismi ne anlama geliyor? Bu terimin daha derin bir anlamı var mı?
Minamoto “Köken” anlamına geliyor. Ekibimizin Minamoto’yu marka ismi olarak seçmesinin nedeni, Japon zanaatkarlığının ruhunu ve şirketimizin köklerini daha geniş kitlelere duyurmaktır.

Bu anlam kaligrafik logonuzda da göze çarpıyor…
Evet logomuz suyun kaynağına, kökenine atıfta bulunan tek bir Kanji karakteriyle ifade ediliyor. Bu logo, tıpkı küçük bir pınarın nehre dönüşmesi ve uzun bir mesafeden sonra sonunda denize dökülüp ona karışması gibi, Japon ürünlerimizin Avrupalılar tarafından kabul edilip sevileceğine dair umudumuzu temsil ediyor..

Minamoto’nun Dna’sından ve felsefesinden bahsedebilir misiniz?
Dna’mız iki kelime ile tanımlanabilir: Zen ve Zanaatkarlık. Zen kelimesinin oldukça geniş bir anlamı var. Ancak Zen’in Minamoto için anlamı, gereksiz olanı ortadan kaldırmak ve değeri en üst düzeye çıkarmaktır. Minamoto tasarımlarında Zen’in ne anlama geldiğini ifade etmek için tek çiçekli vazo örneğini verebiliriz. İzleyicinin çiçeğin güzelliğini tam anlamıyla deneyimleyebilmesi için göz, azami özenle seçilen o tek çiçeğe odaklanmalıdır. Zanaatkarlık sadece gözlük üretiminin teknik yönüyle ilgili değil, aynı zamanda bir şeyleri daha iyi hale getirmek için üretime eleştirel yaklaşan kişinin tutumuyla da ilgilidir. Zanaatkarlık bu nedenle, markamızın temel ilkelerinden biridir.

Japon markaları detaylara verdikleri önemle biliniyor. Minamoto olarak detaylara titizlikle yaklaşmak sizin için de öncelikli mi?
Minamoto olarak Japonya’nın geleneksel gözlük üretimi anlayışına güçlü bir şekilde bağlı olduğumuzdan, gözlüklerin ortaya çıkış sürecinde her detaya özenle yaklaşıyoruz. Ürünlerimizin uzun süreli kullanılmasına odaklanıp hiçbir detayı gözden kaçırmamaya çalışıyoruz. Menteşeleri ve vidaları açıkça göstermekten, plastik burun pedleri ve sap uçları kullanmaktan kaçınıyoruz.

Titanyum konusunda uzmanlaşmış olmanız şaşırtıcı değil. Bu malzeme için neler söylemek istersiniz?
Hafif, dayanıklı, hipoalerjenik, kimyasal olarak stabil olan titanyumun gözlükler için en iyi malzeme olduğuna inanıyoruz. Titanyum aynı zamanda kökenimizin bir parçası, bu yüzden markamızla mükemmel bir şekilde eşleşiyor.

Sizce renkli camların bu kadar öne çıkmasının sebepleri nelerdir?
Renkli camlar, kullanıcıların sadece güneş gözlükleriyle değil, optik gözlükleriyle de renklerin keyfini çıkarmasına ve dünyalarını uygun gördükleri ışığa büründürmelerine olanak tanıyor. Bu yılın en gözde trendi olan renkli camlara podyumlar ve dergilerde sık sık rastlayabilirsiniz.

Minamoto olarak gelecek hedeflerinizden söz edebilir misiniz?
Minamoto hayranlarının sayısını daha da artırmak istiyorum. Markayı daha iyi hale getirmek için zanaatkarlığımızı ortaya koyacak çalışmalara azimle devam edeceğim. Çünkü zanaatkarlık sürekli öğrenmeyi gerektiren bir yolculuktur.

Kaynak: Favrspecs

Şubat 2023