Design Eyewear Group
Tasarımda Cesaret
Güçlü kariyerine Face à Face ile başlayan DEG ortak Kreatif Direktörü Claire Ferreira “Gözlük tasarlarken milimetrenin onda biri bile ifadeyi şekillendirmede etkili oluyor. Bir çizginin en küçük kıvrımı bile bambaşka ifadeler ortaya çıkarabiliyor” diyor.
Profesyonel gözlük tasarımcılığına; Pascal Jaulent, Nadine Roth ve Alyson Magee tarafından Fransa merkezli olarak 1995 yılında kurulan Face à Face ile başlayan Claire Ferreira, bağımsız markanın 2015 itibarıyla Design Eyewear Group’a katılmasıyla birlikte günümüzde 15 yılı dolduran kariyerine DEG’nin ortak Kreatif Direktörü olarak devam ediyor. Design Eyewear Group’un en değerli tasarımcılarından biri olarak öne çıkan Claire Ferreira, her bir çerçevenin estetik, yenilik ve özgünlüğü harmanlayan benzersiz bir parçaya nasıl dönüştüğünü ikonik tasarımlarıyla gözler önüne seriyor. Design Eyewear Group’un ortak Kreatif Direktörü Claire Ferreira ile ilham kaynakları, kendine özgü yaratıcı yaklaşımı ve teknik kısıtlamaları fırsata nasıl dönüştürdüğü hakkında yapılan röportajı beğenilerinize sunuyoruz.
Merhaba Claire. Gözlük tasarımı yolculuğunuz nasıl başladı ve gelişti?
Tasarım alanına çok erken yöneldim; önce Uygulamalı Sanatlar alanında lise diploması aldım. Sonrasında École Boulle’den Yüksek Teknik Sertifikası, ardından Olivier de Serres’ten Uygulamalı Sanatlar Yüksek Diploması ile mezun oldum. Ardından Londra’daki Royal College of Art’ta ürün tasarımı alanında yüksek lisans yaptım. Böylece tasarıma iki farklı ama tamamlayıcı yaklaşımla bakma fırsatı buldum. Fransa’daki yaklaşımın sosyolojik ve kavramsal; İngiltere’dekinin ise daha sanatsal ve deneysel olduğunu fark ettim. Eğitimimden sonra profesyonel kariyerime Face à Face’te gözlük tasarımcısı olarak başladım ve on beş yıldır bu meslekteyim, markayla birlikte gelişiyorum. Bu süreçte bağımsız bir marka olan Face à Face, Design Eyewear Group’a katıldı. Bugün DEG dokuz marka geliştiriyor ve pazarlıyor; ben de bunlardan üçünün sanat yönetimini ortaklaşa yürütüyorum.
Yeni bir gözlük tasarımı üzerinde çalışırken karşılaştığınız başlıca zorluklar nelerdir?
Dört ana zorluk görüyorum. İlki, ‘zaten görülmüş’ olanlardan uzaklaşıp yenilik yaratma gerekliliği diyebilirim. İkincisi, tasarım hedeflerine ulaşmak için üreticilerin sınırlarını zorlayan teknik zorluklardır. Örneğin Face à Face markasında çok keskin açılarla çalışmayı seviyorum. Oysa teknik açıdan cilalama süreci tam tersine her şeyi yuvarlatmaya odaklanır. Dolayısıyla açılardaki keskinliği korumanın ya da geri kazandırmanın yollarını bulmamız gerekiyor. Üçüncü olarak, pazar zorluğu var. Markamız uluslararası odaklı olduğu için tarzımızın Dna’sını bedenler, renkler vb. unsurlarla birbirinden ayrışan pazarlara uyumlu olacak şekilde yansıtmamız gerekiyor. Son olarak, denge zorluğu var. Her koleksiyonda yeni bir konsept, sürpriz yaratan ve dikkat çeken bir gözlük formu yaratmak istiyoruz. Ancak bu formun dengeli olmasına, karikatürize değil, şık ve konforlu olmasına da özen gösteriyoruz.
Bu zorluklarla yüzleşmek tasarım sürecinizi nasıl etkiliyor?
Kesinlikle olumlu yönde etkiliyor çünkü bahsettiğim tüm bu kısıtlayıcı unsurlar, aynı zamanda yaratıcılık için fırsatlara dönüşüyor. Hatırlıyorum, yüksek lisans yaparken tamamen özgür tasarım yapmamız istendiğinde, bazen yaratıcılık tıkanabiliyordu çünkü çok fazla olasılık vardı. Kısıtlamalar, içinde çok çeşitli kişiliklerin ifade edilebileceği bir alan sunuyor. Gözlük tasarlarken, çizgi roman çizerken olduğu gibi, milimetrenin onda biri bile ifadeyi şekillendirmede etkili oluyor. Bir çizginin en küçük kıvrımı bile sert, dostça ya da cesur bir ifadeyi ortaya çıkarabiliyor.
Yeni bir koleksiyon tasarlarken ilham kaynaklarınız neler?
Ekip olarak iham kaynaklarımızın çok çeşitlilik gösterdiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Paris’in kalbindeki showroom’umuz sayesinde galerilerden, müzelerden ya da sadece sokakta yürürken fikirler bulabiliyoruz. Çağdaş sanat ve modayı yakından takip ediyoruz. Moda Haftası gösterileri, Jardin des Tuileries’deki ‘Première Classe’ aksesuar fuarı ve Milan Tasarım Haftası bizim için vazgeçilmez etkinliklerdir. Ama ilham burada bitmiyor. İşimizi tutkuyla yaptığımız için optik dünyasının derinliklerine daldığımızda, fikirler her an ortaya çıkabiliyor.
Tasarlamış olmaktan en çok gurur duyduğunuz model hangisi ve bu modelin öne çıkan özellikleri neler?
Face à Face’in Sotsas modeliyle özel bir gurur duyuyorum çünkü efsanevi İtalyan tasarımcı Ettore Sottsass’ın çalışmalarından esinlendik. Bu modelde gözlük ve heykeli birleştirmek istedik, Sottsass’ın canlı renklerinden ve oyunbaz ifadesinden yararlandık. Modelin sap tasarımı, Sottsass’ın bir kanepe için kullandığı silindirik kol dayanağı prensibini yeniden yorumluyor. Bir silindirik şekli menteşeye bağlamak ve sap yapısına entegre etmek teknik açıdan büyük bir zorluktu. Estetik olarak da markanın ikonik modellerinden biri oldu. Hem şaşırtıcı hem de şık bir model; daha sonra konsepti daha rafine bir optik versiyona, Kyoto modeline uyarladık.
Herkese uygun bir gözlük tasarlamak mümkün mü sizce?
Bazı markalar evrensel beğeniye hitap eden gözlükler yaratmayı hedefliyor. Bir tasarımcı markasıyız ve kaçınılmaz olarak daha cesur seçimlerle risk alıyoruz; bu da ya gerçek bir sevgi ya da güçlü bir antipati uyandırabiliyor. Ancak daha geniş bir kitleye hitap edebilecek yenilikçi estetikler üzerinde çalışıyoruz. Bunun için ‘evrensel şablon’ diyebileceğimiz bir yaklaşımla, çoğu insana uyum sağlayabilecek oranlar ve çizgiler tasarlıyoruz.
Sizce ticari başarıdan öte, tasarımda başarıyı ne tanımlar?
Farklı bir alandan örnek verecek olursak, Eames sandalyelerini düşünebiliriz. Başarıları, nesneyi mükemmel bir şekilde kavramalarına dayanıyor. Bu durum da ikonik bir form ve ayırt edici bir estetik ortaya çıkarıyor. Başka bir deyişle benzerlerinden ayrışan estetik formla sağlanıp, işlevselliğin gücüyle birleşmeli de diyebiliriz.
Yeni bir gözlük seçerken neyin yakıştığını anlamak oldukça zordur. Bu konuda tavsiyeniz var mı?
Bir çerçevenin yakışıp yakışmadığını belirlemek için birçok unsur var ve bunların bazıları fazlasıyla kişiye özgüdür. Çerçeve yüz şeklinize uymalıdır. Verebileceğim en iyi tavsiyelerden biri, göz bebeğinin yatay olarak camın ortasına denk gelmesine dikkat edilmesi olabilir. Büyük bir yüzünüz varsa ve küçük gözlük istiyorsanız, yuvarlak formları öneririm. Kare ya da dikdörtgen çerçeveler ise yüz boyutuyla orantılı olmalıdır. İnce bir yüzünüz varsa, daha fazla özgürlük var. Büyük gözlükleri tercih ettiğinizde anında daha trend bir stile sahip oluyorsunuz. Her durumda, acele karar verilmemeli çünkü gözlüğün bir kostüm değil, bir ifade aracı olması gerektiğini düşünüyorum.
Design Eyewear Group, Danimarka, İngiltere ve Fransa’da çalışıyor. Her ülkenin tasarım hassasiyetlerinde belirgin farklar var mı?
Klişelere düşmeden söylemek gerekirse, gerçekten bölgesel hassasiyetler gözlemliyoruz. Üç tasarım ekibimizde de bu farklılıklar var. Danimarka’da işlev formu belirliyor; minimal, radikal bir tasarım felsefesi var. ‘Az çoktur’ yaklaşımı takip ediyoruz. Fransa’da yaklaşım daha Latin, daha cesur ve özgür. Konsepte ve hikaye anlatımına güçlü bir vurgu var. İngiltere’de ise nihai kullanıcının tarzı daha ön planda tutuluyor. Yeni formlar sokak modasından ilham alıyor
Ürün yelpazenizi oluştururken global müşteri profili size nasıl yön veriyor?
Amerika’da tüketiciler genelde klasik, dikdörtgen ya da kelebek formları tercih ediyor; daha risksiz, konvansiyonel ürünleri seçiyorlar. İspanyol, İtalyan ve Fransız müşteriler ise genelde daha uzun, daha kare ve daha renkli çerçeveler arıyor. Bu yüzden tüm modellerimiz iki form ve altı renkte sunuluyor. Bu çeşitli seçenekler, her tercihe birkaç alternatifle hitap etmemizi sağlıyor.
Kaynak: Parisee
Haziran 2025
